Kıskançlık dediğin…


0

Aslında öyle okumuş bir kadın değildi.

İlkokulu ancak bitirebilmişti. Tembelliğinden değil tabii, ama ailesinin ekonomik durumu o yıllarda çok kötüydü. Üstüne üstlük beş kardeşi daha vardı ve geçim sıkıntısı çekiyorlardı.

Daha çocuk yaşta çalışmaya başladı ve hayatı böyle süregeldi bugüne kadar.

Ev işlerini bitirip, bahçeye koşardı. Sonra hayvanlara ve tabii ki tarlaya.

Küçük bir köyde yaşıyorlardı ve geçimlerini yılın her mevsimini, Allah’ın her gününü toprakla uğraşarak sağlıyorlardı…

Gerçi o toprağı çok seviyordu. Ağaçlara, sebzelere, meyvelere hayat veren toprak, ona da yaşama gücü veriyordu.

Çocukluğunda yoksulluktan, daha sonra ise sevdiğinden yalın ayak yürümeyi tercih ediyordu.

Toprağın gücünden güç alarak hayatın acı gerçeklerini göğüslemeyi, savaşmayı ve dimdik ayakta durmayı öğrenmişti.

Öyle çok şeyler yaşamıştı ki bu 50 yıllık ömründe, başkası onun yerinde olsaydı çoktan pes etmişti. Ama o hiç pes etmedi.

Hayata hep gülerek baktı. Onunla alay etti ve her gün  her gün meydan okudu.

Öyle okumuş bir kadın değildi, ama çok akıllıydı. Geniş bir hayal gücü vardı ve yaptığı en basit bir işte bile yaratıcılık ve güzellik katardı.

Konuşkan, neşeli, fıkır fıkır bir kadındı. Binlerce şiir ve türkü biliyordu. Sesi de güzeldi. Çiçekler, sebzeler, meyveler ve hayvanlar onun en sadık seyircileriydi.

Gençliğinde herkes onun güzelliğine, sesine ve neşesine hayrandı. Köydeki bütün delikanlılar ise ona aşıktı.

Yirmisinde evlendi.

Kocasını kendisi beğenip, seçti. İnce, zayıf, kara kuru bir adamdı. Yakışıklı sayılmazdı, ama nedense onu görür görmez kalbi hızla çarpmaya başlamıştı.

Hiç düşünmeden karşısına dikilip: “Benimle evlenir misin?..” demişti.

İki ay sonra da evlenmişlerdi.

Birbirlerini çok sevmişlerdi ve çok da mutluydular ilk başta. Dünya tatlısı iki çocukları oldu: biri kız, biri erkek.

Evine, kocasına ve çocuklarına çok iyi bakıyordu. Doğumlar onu olgunlaştırdı ve daha da güzelleştirdi…

Kocasının köyünde de herkesin kalbini kazanmıştı, ama kıskançlıklar da başlamıştı. Bu kıskançlıklar saçma sapan dedikodular üretti ve onun evliliğinde sorunlar başladı.

Bir süre sonra eşi alkol kullanmaya başladı ve evlerinde kahkahaların, türkülerin yerini kavgalar aldı.

Alkol miktarı artınca da dayaklar başladı.

Çocuklarını ve kocasını sevdiği için yıllarca o dayaklara katlandı… Taa ki bir gün kocası onu dövdükten sonra, hızını alamayıp çocuklara saldırana kadar…

İşte o gün onu terk etti. Pılını pırtını toplayıp, çocuklarını aldı ve babasının evine döndü.

İlk başta babası onu kabul etmek istemedi, Çünkü yirmi- otuz yıl önce boşanma diye bir şey yoktu, ama kızını ve torunlarını sokakta bırakamadı ve kabullendi.

Çıkan dedikodulara ve  babasının söylenmelerine aldırmadı. Kendini çocuklarına adadı.

On yıl sonra ikinci evliliğini yaptı. Daha doğrusu hiç evlenmeye niyeti yokken, evlenmek zorunda kaldı.

Babasının ve akrabalarının baskısına dayanamadı ve hiç tanımadığı halde, iki çocuklu dul bir adamla evlendi.

Yükü daha da arttı, hayatı daha da zorlaştı.

Selim, şehir’e yakın bir köyde oturuyordu. Karısı kanserden ölmüştü. Çalışkan, neşeli ve duygusal bir adamdı…

Önce birbirlerine alıştılar, sonra da sevdiler. Zamanla sevgileri tutkuya dönüştü ve birbirlerini görmeden nefes alamaz oldular…

Gece gündüz birlikteydiler- tarlada, bahçede ve evde.

Şakalaşarak, türkü söyleyerek ve çocuklarıyla ilgilenerek mutluluklarına mutluluk kattılar.

Selim onun çocuklarına babalık yaptı. O da Selim’in çocuklarını kendi çocukları gibi benimsedi ve öyle davrandı.

Yıllar birbirini kovaladı ve çocuklar büyüydü. Dördü de teker teker evlenip, kendi yuvalarını kurdular.

O kocaman evde ikisi yapayalnız kalınca ne yapacaklarını şaşırdılar ve birden kendilerini çok yalnız hissettiler.

Elli yaşındaydılar, ama sanki çocuklar gidince hayat onlar için bitiverdi…

Düşünüp taşındılar, oturup konuştular ve bundan sonra daha az çalışıp, daha çok eylenmeye ve dinlenmeye karar verdiler.

Tatile gittiler, yeni yeni arkadaşlar edindiler…

Selim satranç ve tavlaya merak sardı. Köylerinde düzenlenen turnuvalara bile katıldı.

Akşamları geç kalmaya başladı, ama ilişkileri eskisi gibi devam ediyordu.

O da çocuklara ve doğacak olan torunlara bir yığın örgü ve dantel ördükten sonra evde tek başına oturmaktan sıkıldı.

Köydeki kadınları örgütleyip bir türkü grubu kurdu. Aylarca çalışıp hazırlandılar ve çevre köylerde konserler vermeye başladılar.

Bu konserlerden dolayı bazen evden 2-3 gün uzak kalıyordu.

Selim’in buna aldırmaması ve hiç sesini çıkarmaması ilk başta onu mutlu etti. Demek ki ona güveniyordu…

Ama zamanla Selim’in davranışlarında bir gariplik hissetmeye başladı.

Eskisi kadar onunla ilgilenmiyordu. Birlikte çok az zaman geçirmeye başladılar. Sevişmeleri ise iyice azaldı ve Selim için sanki sıkıcı bir göreve dönüştü. Konuşmaları da günden güne zorlaşıyordu…

Aslında öyle şüpheci ve kıskanç bir kadın değildi. Geçici bir dönem olduğunu düşündü ve üzerinde durmadı. Selimi de sıkıştırmadı.

Ama bir gün konserden döndüğünde kendini, kendi evine yabancı hissetti…

Ev çok dağınıktı. Salondaki koltuğun üzerinde bugüne kadar kendisinin hiç kullanmadığı tarzda iç çamaşırları bırakılmıştı. Evin her köşesine ona ait olmayan bir parfüm kokusu yerleşmişti…

Selim onun bugün eve döneceğini bilmiyordu. Bir haftalık turneye çıkmışlardı, ama aksilikler yaşanınca erken dönmüşlerdi.

Kendini bir garip hissetti. Yüreği sıkıştı. Bir an ne yapacağını şaşırdı…

Aslında öyle korkak bir kadın değildi. Aklına bir şey koydu mu, bedeli ne olursa olsun yapardı.

Oturup düşünmektense, kendi kendini kemirmektense bir an önce gerçeği öğrenmeliydi…

Rahat bir şeyler giydi. Bavulunu, elbiselerini sakladı.

Yatak odasına gitti ve yatağın altına girdi…

Bir saat sonra Selim eve geldi. Yalnız da değildi. Kulaklarını kabartıp, konuşmalarını dinlemeye başladı.

Belli ki çok neşeliydiler… Veya sarhoştular… Katıla katıla gülüyorlardı. Sonra müzik sesi duyuldu ve yatak odasının kapısı açıldı.

Duyduklarına inanamıyordu. Selim, yanındaki kadına aşkını ilan ediyordu… Onunla sevişmekten ne kadar zevk aldığını ve ayrı kaldıkları birkaç saat içinde bedenini ne kadar çok özlediğini…

Yere düşen elbiselerden soyunduklarını anladı, çıkan sesler ise yatağa uzanıp, ateşli bir şekilde seviştiklerini gösteriyordu…

Ne hissettiğini bilmiyordu?!.

Kendi yatağın altına saklanmış, kendi kocasını başka bir kadınla sevişirken yakalamıştı…

Çıkan seslerden ve söylenen sözlerden midesi bulandı. Usulca yatağın altından çıktı.

Kendilerini öyle kaptırmışlardı ki sevişmeye, varlığını bile hissetmediler.

Bir-iki dakika daha durup onları seyretti. Selimin onunla bu şekilde sevişip sevişmediğini hatırlamaya çalıştı…

Ne yapması gerektiğini bilmiyordu?!.

Orada olduğunu anlamaları için bağırıp çağırmalı mıydı?!.

Aslında cesur bir kadındı. Gözü karardığında her şeyi yapabilecek bir yapıya sahipti.

Kıskanç bir kadın değildi sözde, ama şu an boğazına düğümlenen öfkesi onu çılgına çevirmişti…

Neden, niçin ve nasıl diye sormadan kocasını cezalandırmak istiyordu…

Gürültü çıkarmadan evden dışarı çıktı. Kapıyı dışardan kilitledi.

Soğukkanlı ( Sakin) bir şekilde evin her tarafına benzin döktü ve ateşe verdi.

Etrafa yayılan kokudan, hayvanların çıkardığı seslerden, kocasının çaresizce pencereleri kırmaya çalışmasından, yardım istemesinden hiç etkilenmedi…

Selim’in o evden sağ kurtulamayacağını biliyordu. Demir parmaklıklar bunu engelleyecekti.

Kendini boşalmış, rahatlamış ve hafiflemiş hissetti…

Aslında pek öyle şanslı bir kadın sayılmazdı. Yıllardır mutlu olmak ve mutlu etmek için elinden geleni yapmıştı. Ama şu an ilk defa kendini tam anlamıyla mutlu hissediyordu…


Like it? Share with your friends!

0
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir