Kurmaca nasıl işler


-1

”Edebiyat hayatı daha iyi fark etmemizi sağlar. Hayata ilişkin bize pratik yaptırır”

James Woor, kurmacayı masaya yatırmış ve muhteşem bir gösteri sergilercesine, milim milim didiklemiş. Anlatmak istediklerini, altını kalın çizmek istediklerini  güzel örneklerle desteklemiş.

Anlattıklarının çoğu roman için geçerli olsa da, ben yine de öykülerimde işime yarayacak bir şeyler yakaladım 🙂

Mesela: ”Metinde anlatıcının kendisini hem sahne işçisi, hem yönetmen, hem de hakim ve savcı konumuna yerleştirdiği bir yazar” kabul edilemez olduğunu  🙁 Yani akıl vermeden, yargılamadan, bağırıp çağırmadan derdini anlat diyor James Wood.

Ona göre serbest dolaylı anlatım sayesinde dünyayı karakterlerin gözünden ve onun sözleriyle görürüz. Ama aynı zamanda yazarın gözünden ve onun sözleriyle görürüz. Yani aynı zamanda hem her şeye hakim, hem de taraflı oluruz.

Bununla ilgili verdiği örnekler arasında benim en çok hoşuma giden Çehov”un ”Köylüler” öyküsündeki örnek oldu : ”Bir kuşun sesi, tıpkı tüm gece ahırda kapalı kalmış bir ineğin böğürtüsü gibi çıktığını söylediğinde, kurmaca yazarlığı yapmaktadır. Tıpkı köylülerden biri gibi düşünmektedir” diyor yazar.

Ben en çok detay bölümünü sevdim galiba. Çünkü dönüp dönüp okudum 🙂

”Edebiyatın hayattan farkı, hayatın sınırsız detaylarla dolu olması ve dikkatimizi nadiren bu olaylara çekmesidir. Oysa edebiyat bize dikkat etmeyi öğretir”.

Küçük küçük detaylara takılan, irdeleyen ve seven bir insan olarak ben, bazen çok eleştirilirim. Bu kitabın satırları arasında Flaubert bana  eleştirilere aldırmadan, devam etmemi fısıldadı, ”Her şeyde keşfedilmemiş bir kısım vardır. En küçük şeyin bile içinde bilinmeyen bir şeyler vardır”.

Ben okurken keşfetmeyi, satırlar arasında gizlenmiş şeyleri  yakalamayı seviyorum.Bazen fal bakarcasına irdelemek söz konusu olsa da 🙂

”Sessiz fakat anlatan detaya dair geleneksel modern bir beğeni vardır” diyor yazar ve şu örneği veriyor: ”Dedektif, Carla’nın saç bandının şaşırtıcı derecede kirli olduğunu fark etti”.

Kurmaca karakterlere gelince…

İşin en zor, kıvrandıran, bazen köşeye sıkıştıran, ama sonuçta mutlu eden bir süreç. Bakmayı, gördüklerini biriktirmeyi öğrendikten sonra iş kolaylaşmaya başlıyor galiba 🙂 Hele hele işin içine felsefe katmaya da başlayınca yazan ve okuyan için şahane bir şey oluyor 🙂

Bir karakter hakkında, nasıl konuştuğuna, kiminle konuştuğuna, dünyayı nasıl gördüğüne veya görmek istediğine bakarak, çok şey söylenebilir.

Yazara göre Dostoevski karakterlerinin en az üç katmanı varmış, ”Üst katmanda belirtilen gerçekler vardır. Örneğin: Raskolnikov, yaşlı kadını öldürmesine ilişkin pek çok mazeret sunar. İkinci katmanda, bilinç dışı gerekçe vardır; sevgisinin nefrete dönüştüğü ve suçluluk duygusunun kendisini zehirli, hastalıklı bir sevgi olarak ifade ettiği tüm o tuhaf tersine çevirmeler buna girer”.

Son olarak ölüm kavramın edebiyatta nasıl verilir veya nasıl verilmeli…

Gerçek hayatta ölüm aniden geldiğine göre, edebiyatta da öyle olmalı değil mi?

”Edebiyatta ölüm genellikle alakasız olaylarla birlikte gelir” diyor yazar ve  Çehov’un ” Altıncı koğuş” öyküsünden örnek veriyor: ‘Doktor Ragin ölmektedir, Bir gün önce bir kitapta gördüğü, olağanüstü güzel ve zarif bir geyik sürüsü yanından koşarak geçti. Sonra, köylü bir kadın, onaylanmış bir mektupla yanına vardı. Mikail Yefimiç bilincini sonsuza dek yitirdi”.

James Wood’a göre güzel bir ölüm sahnesi, ama mektupla gelen köylü kadın (Azrail çağrısı) fazla edebi olmuş.

Ona göre öyle olabilir, ama bana göre mektup ve köylü kadın ölümü biraz güzelleştiren de bir etken yaratıyor. En azından benim için öyle 🙂

 


Like it? Share with your friends!

-1
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir