Sülük üzerine notlar- Bukowski


0

Sülük; denizde ya da tatlı suda yaşayan, kan emici, halkalı solucan; yapışkan, sırnaşık (kimse)

Sülük bir bakma bizden çok üstün bir varlıktır. Bizi nerede ve nasıl bulacağını bilir- genellikle banyoda ya da cinsel ilişkinin ortasında, ya da uykuda. Sizi büyük apdestinizin otasında yakalamakta da pek ustadır. Şayet kapıdaysa, ”bir dakika, allah kahretsin, bir dakika” diye bağırabilirsiniz, ama ıstırap içinde bir insanın sesi onu yüreklendirir sadece. Kapıyı daha sert, daha heyecanla yumruklamaya başlar. Sülük genellikle hem kapıya vurur, hem de zili çalar. Nasıl açmazsınız kapıyı?

Gittiği zaman- nihayet- bir hafta boyunca kendinize gelemezsiniz. Sülük ruhunuza işemekle kalmaz, sarı suyunu büyük bir maharetle tuvaletinizin oturağına da bırakır. Fark edilmeyecek kadar; ancak üstüne oturunca fark edersiniz, ama artık çok geçtir. Sizden farklı olarak bol bol gevezelik edecek vakti vardır sülüğün, üstelik bütün fikirleri sizinkilerle terstir, ama o bunu asla bilemez. Çünkü hiç susmaz, araya iki kelime sıkıştırıp ona katılmadığınızı söylemeye kalkışsanız bile sizi duymaz. Sizin araya girişiniz onun için bir boşluk anıdır, konuşmasına kaldığı yerden devam eder. O konuşurken siz de onun pis sümüğünü ruhunuza silmeyi nasıl bu kadar iyi başardığını düşünürsünüz. 

Sülük sizin uyku saatlerinizi de iyi bilir. Siz derin uykudayken telefon eder ve ilk sorusu, ”Seni uyandırdım mi?” olur. Ya da evinize gelir, perdelerin örtülü olduğunu gördüğü halde orgazm çağırıştıran bir coşku ile kapıyı yumruklar, parmağını zile basıp tutar. Cevap vermezseniz, ”İçeride olduğunu biliyorum!” diye bağırır, ”arabanı gördüm”.

Bu yıkıcı insanlar düşünce mekanizmasının nasıl çalıştığından habersiz de olsalar, onlardan hoşlanmadığınızı sezerler, ama bu onları kamçılar. Ayrıca ne tür bir insan olduğunuzun da farkındadırlar- incitmekle incinmek arasında hep ikinciyi seçen birisiniz. Sülük insanlığın iyi yanları ile beslenir; iyi insan kokusunu alır.

Sülüğün kendi keşfi sandığı bazı standart ve kabız fikirleri vardır. En çok sevdiklerinden bir iki örnek:

”Hiçbir şey BÜTÜNÜYLE kötü olamaz, bütün polisler kötüdür diyorsun, ama değildir. İyi polislere de rastladım ben. İyi polis de var”.

Fırsat bulup ona bir insanın polis üniformasını üzerine geçirdiği andan mevcut düzenin maaşlı bekçisi olduğunu anlatamazsın. Polisin işi değişimi engellemektir. Gidişattan hoşnutsanız bütün polisler iyidir, değilseniz kötüdür. Bütünüyle kötü diye bir şey vardır, ama sülük bu kulaktan dolma ev üretimi felsefe ile doludur, bunlardan vazgeçmez. Sülük insana düşünce özürlü biri olarak yapışır- acımasızca, kesin ve sonsuza dek.

”Olup bitenlerden habersiz, gerçek yanıtların bize ulaşması mümkün değil. Liderlerimize güvenmekten başka çaremiz yok”.

Bu o denli aptalca ki yorum yapmayacağım. Sülüğün saçmalıklarını sıralamaktan da vazgeçiyorum hatta. Sinirlerim bozuluyor.

Devam edelim. Sülüğün isminizi ve adresinizi bilmesi de gerekli değildir. Sülük her yerdedir. Kokuşmuş, zehirli, ölümcül ışığını üstünüze yansıtmaya her an her yerde hazırdır. At yarışlarında şanslı olduğum bir dönem hatırlıyorum. Altıma yeni bir araba çekmiş Del Mar civarında geziniyordum. Her gece yarışlardan sonra farklı bir motel seçiyor, sonra sahilde yemek yiyebileceğim iyi bir yer arıyordum. Yemekli lezzetli ve tenha bir yer. Bu bir çelişki aslında. Yani yemekleri lezzetli restoran kalabalık olur. Ama bütün genellemelerde olduğu gibi bunun da istisnaları vardır. İnsanlar bazen yemeklerin çöpten farksız olduğu yerlere rağbet ederler. Neyse, her gece yemekleri lezzetli ve çıldırtan kalabalıktan uzak bir yer kutsal bir arayış olmuştu benim için. Böyle bir yer bulmak uzun zaman alabiliyordu. Bir gece yerimi bulmak bir buçuk saattimi aldı. Arabayı park edip içeri gidim. New York usulü biftek, patates tava falan söyledim. Yemeği beklerken kahve içiyordum. Bomboştu mekan, harikulade bir geceydi. New York usulü bifteğim geldi ve o anda kapı açıldı. Evet, sülük gelmişti. Doğru tahmin ettiniz. Tezgahta otuz iki tabure vardı, sülük yanımdaki tabureye oturmak zorunda hissetti kendini. Çöreğini yerken bir yandan da garson kızla sohbete başladı. Balık gibi dümdüz bir herifti. Söyledikleri bağırsaklarıma bıçak gibi saplanıyordu. Zırvalıyor, ruhunun pis kokusunu her yere bulaştırıyordu. Ancak yemeğimi yiyebileceğim kadar bir dirsek payı bırakmıştı bana. Bu dirsek payını ayarlamakta da çok ustadır sülük. New York usulü bifteğimi çabucak mideme indirip, kendimi dışarı attım. O gece öyle sarhoş oldum ki ertesi gün ilk üç koşuyu kaçırdım.

Çalıştığınız, iş yaptığınız mekanlarda da mutlaka bir sülük vardır. Ben sülük yemiyim. Bir keresinde çalıştığım yerde on beş yıldan beri kimseyle konuşmamamış biri çalışıyordu. Daha ikinci günde benimle otuz beş dakika konuştu. Kendinden geçmişti. Daldan dala atlıyordu orospu çocuğu. Onun da bir tadı olabilir ama söyledikleri mizahtan yoksun kokuşmuşluklardan ibaretti. Onu iyi çalıştığı için tutuyorlardı orada. Her işte en az bir sülük vardır ve beni hemen bulur. Çalıştığım her işte şu cümleyi sık sık duymuşumdur: ‘buradaki kaçıkların hepsi sana bayılıyor’. Yüreklendirici değil böyle bir şey duymak.

Ama hepimizin belki de farkında olmadan birilerine sülüklük yapmış olmamız olasılığını da gözardı etmemekte yarar var. Berbat bir düşünce ama büyük olasılıkla doğrudur, hem sülüğe karşı dayanıklılığımızı da artırabilir. Yüzde yüz insan yoktur aslında. Hepimiz başkalarının farkında olup bizim farkında olmadığımız deli ve çirkin bir yanı vardır.

Yine de sülüğe karşı önlem alan insana saygı duymalı. Sülük kesin tavır karşısında ürker, başkasına musallat olur. Hayat dolu, entelektüel bir şair tanıyorum, ön kapısına büyük harfler ve mükemmel bir el yazısı ile şöyle yazmıştı:

”İlgilenlere: Beni görmek istiyosanız  lütfen telefon edip randevu alın. Davetsiz gelenleri kabul etmeyeceğim. İşimi yapabilmek için zamana ihtiyacım var. İşimi katletmenize izin vermem. Beni hayatta tutan şeyleri yapabilirsem, rahat ve sıkıntısız bir ortamda karşılaştığımızda size karşı daha nazik olacağımı lütfen bilin”.

Bu yazıya hayranlık duyuyorum. Züppelik ya da insanın kendini abartması olarak algılamıyorum. Doğal haklarına sahip çıkan, cesaret ve mizah dolu bir adam söz konusu. İlk kez tesadüfen gördüm bu yazıyı. Bir süre bakıp adamın yazıdaki sesini duyduktan sonra arabama binip uzaklaştım. Anlamaya başladığımız an her şeyin başladığı andır ve bazılarımız artık anlamaya başlasa çok iyi olacak. Love-in’lere, o toplu sevgi ayınlerine itirazım yok mesela, yeter ki beni katılmaya zorlamayın. Sevgiye bile karşı değilim, ama biz sülüklerden söz ediyorduk, değil mi?

Sülük için kolay lokma olmama rağmen bir keresinde ben de tavır koydum. O sıralar on iki saatlik gece vardiyasında çalışıyordum. Tanrı beni affetsin, ve tanrı tanrıyı affetsin, her neyse bu çok sülüğümsü sülük her sabah saat dokuzda bana telefon etmekten kendini alamıyordu. Sabahlar saat yedi buçukta eve gelip iki bira içtikten sonra ancak uyuyabiliyordum. Zamanlaması mükemmeldi. Her seferinde o alışılagelmiş aptal oyununu oynardı. Beni uyandırmış olmanın bilincinde sesimi duymak onu mest ederdi. Öksürür, tıksırır, boğazını temizleyip kem kümlerdi. ”Bak” dedim sonunda, ”Ne bok yemeye beni saat dokuzda uyandırıyorsun? Sabaha kadar çalıştığımı biliyorsun. On iki saat çalışıyorum! Neden beni saat dokuzda arıyorsun allahın cezası?”

”Belki at yarışlarına gidersin diye düşündüm. Seni hipodroma gitmeden önce yakalamak istedim”.

”Dinle” dedim, ”İlk koşu 13:45’de, ayrıca gecede on iki saat çalışırken nasıl hipodroma gidebilirim? Bu kadar şeye nasıl zaman bulacağım? Uyumam, sıçmam, yıkanmam, beslenmem, düzüşmem, ayakkabılarıma bağcık filan satın almam gerekiyor. Gerçek kavramın yok mu senin? İşten geldiğimde en son lanet damlama kadar  tüketilmiş olduğumu anlamıyor musun? Neden beni sabahın lanet dokuzunda arıyorsun?”

Fırçayı yiyince sesi kısılmıştı – ”Hipodroma gitmeden önce seni yakalamak istedim”.

Yararı yoktu. Telefonu kapattım. Gidip karton bir kutu aldım. Telefonu içine sokup, üstünü paçavra ile doldurdum. Her sabah işten geldiğimde bunu yapıyor, kalktığımda telefonu kutudan çıkarıyordum. Sülük ölmüştü. Bir gün dayanamayıp beni görmeye geldi.

”Neden artık telefonlarıma cevap vermiyorsun?”

”Telefonu bir kutuya koyup üstüne paçavra dolduruyorum”.

”Sembolik olarak beni de o kutuya koyduğunun farkında değil misin?”

Ona bakıp, sakin ve yumuşak bir sesle, ”Bak bu doğru” dedim.

Bir daha eskisi gibi olamadık. Benden yaşlı, hayat dolu ve sanatçı olmayan(şükür) bir arkadaşımla konuşuyordum, ”Mc Clintock beni günde üç kez arıyor. seni aramıyor mu ?” diye sordu.

”Artık aramıyor”.

Mc Clintock’lar herkesin alay konusudur, ama onlar bunu asla farkında olmazlar. Bir Mc Clintock hemen fark edilir. Her Mc Clintock yanında küçük bir telefon defteri taşır. Telefonunuz varsa şayet çok dikkatli olun. Sülük size şehir içi arayacağını söyleyip (yalan), telefonunuzdan bitmek bilmeyen zehirli hikayelerinden birini bezgin dinleyicisinin kulağına dökecektir mutlaka. Bu Mc Clinock tipi sülük telefonda saatlerce konuşabilir. Dinlemeye çalışsanız da elinizde olmadan kulak misafiri olur, hattın öbür ıstırap ucundaki kişiye güler, biraz da acırsınız.

Belki bir gün dünya düzeni öyle değişir ki, iyi ve dürüst yaşantının sonucunda sülük sülüklükten çıkar. Sülüklüğün olmaması gereken şeyler yüzünden oluştuğuna dair bir varsayım var. Kötü hükümet, kötü hava, berbat seks, bir kolu tahta anne, parlak yastıklara gömülüp oturan baba, vesaire. Ütopik toplum gerçekleşir mi gerçekleşmez mi, bilemiyoruz. Ama hala insanlığın bozuk tarafları ile uğraşmamız gerekiyor- açlar, siyah beyaz ve kızıl, yuyan bombalar, love-in’ler, hipiler, yeterince hipi olmayanlar, Johnson, Albequerque’nin hamam böcekleri, kötü bira, bel soğukluğu, kötü editörler, bunlar şunlar ve sülük. Sülük hala yaşıyor. Ben bugün varım, yarın değil. Benim ütopyam BUGÜN daha az sülük diyor. Sizin hikayenizi de dinlemeyi çok isterdim. Eminim herkesin katlanmak zorunda kaldığı bir-iki Mc Clintock tipi sülüğü vardır. Sizin Mc Clintock hikayeniz de beni güldürürdü herhalde.

Tanrım, şimdi aklıma geldi! BİR Mc CLİNTOCK’UN GÜLDÜĞÜNÜ HİÇ GÖRMEDİM!!!

Şu işe bak.

Tanıdığınız sülüklerden birini düşünün ve kendinize onu gülerken görüp görmediğinizi sorun. Hiç gördünüz mü güldüklerini?

Tanrım, aslında bakarsanız tek başıma olduğum zamanlar dışında ben pek gülmem. Kendimi mi yazıyorum yoksa? Sülüklerin sülüklediği bir sülük.

”Selam. Seni uyandırmadım değil mi?

Hay allah, düşünemedim” 🙂 🙂 🙂

 

 

 


Like it? Share with your friends!

0
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir