Bir sonbahar kadar yalnızım
Saatlerdir evin içinde volta atmaktan ve duvarlarla konuşmaktan yorulmuştu. Evin sessizliği onu boğuyordu ve kendini oyalayacak bir şey bulamıyordu. İçtiği sayısız bitki çayları ve aldığı...
Saatlerdir evin içinde volta atmaktan ve duvarlarla konuşmaktan yorulmuştu. Evin sessizliği onu boğuyordu ve kendini oyalayacak bir şey bulamıyordu. İçtiği sayısız bitki çayları ve aldığı...
Geç olmuştu ve kafede, ağaç yapraklarının elektrik ışığındaki gölgesi altında oturan yaşlı adam hariç hiç kimse kalmamıştı. Gündüzleri sokak toz içinde olur, ama geceleri çiğ...
Gün çekilirken her şey daha gerçek hale geliyor. Sıradan sözcüklerden gerçek sözcüklere, aklın saydamlığından belirsizliklere, unutkanlıklardan huzursuzluğa, uyuşukluktan aşırılığa geçiyorum. Başına buyruk gölgeme, geride bıraktığım...
Denize nazır köşk. Ağaçlarla kaplı sakin yollar, ciğerlere dolan yoğun tuzlu deniz havası, portakal ağaçları arasında gezinen hafif bir meltem, ara sıra sanki itinalı parmakların...
Saat sessizliğin ta kendisi: Masamda – paramparça duygular. Daktilomda – beklemekten yorulan ve birleşmek için ağlayan düşünceler. Odamda – mum ışığı, gölgeler. Doğan, değişen,...
İnsanın en büyük korkusu, ölümden de büyük korkusu, yalnız kalma korkusudur 🙁 Ölümden bile yapayalnız öldüğümüz için korkarız, çünkü ölenin elinden kimse tutamaz… Tutmamalı da…...
‘‘Öylesine yaşamaktansa, işi bitince ölmeli insan. Ölümü beklememeli. Hele öldüğünü bile bile beklemek en kötüsü” Bu kitabı üniversite yıllarında keşfetmiştim. Türkiye’ye yeni gelmiş, önüme çıkan...
“Ben bir kaçağım” cümlesiyle biten bir roman… Kendini bulmak, geçmişiyle hesaplaşmak ve huzursuzluklarına son vermek için yola çıkan bir adam. “İnsan sıcaklığın değil, bir kavramın oğluymuş...
”Kimim ben? Hala bir geleceğe sahip miyim? Bana söylenmiş son güzel sözcükler hangileri? Kimdim daha önce?” İnci Aral’ın en zor ve en yavaş okuduğum romanı...