İlk kitabı 2000 yılında çıkan Meliha Doğu’nun ikinci kitabı ”Başını dik tutan hüzün”de öykünün gizli bahçelerinde dolaşmaya kararlı olduğu anlaşılıyor. Çok yazılan, bilinen ve çok tartışılan bir konuyla yüreğimizin kapısını açmayı düşünüyor: Sevgi ve umut… Yazmanın çırılçıplak soyunmak olduğunu düşünerek; hayatın en kuytu, en karanlık ve en sessiz köşelerine girerek, bize sevginin bütün hallerini ve renklerini anlatmayı amaçlıyor. Anlatırken de sevmeyi, sevdirmeyi, belki de sevmenin bir sanat olduğunu hissettirmeyi…
Hayatımızda herşey tozpembe giderken sevmek ve sevilmek çok kolaydır. Deneyerek ve yanılarak, kazanarak ve kaybederek sevgiyi eylenceli bir şölene ve serüvenene dönüştürebiliriz. Canımız acısa da, kalbimiz kanamaz. Yaralarımız çabuk iyileşir… Ama kendimizi köşeye sıkışmış, çaresiz sıfırı bile tüketmiş, dibe vurmuş gibi hissederken sevgi çok uzak ve erişilmez gibi görülmez mi?!.
Ya ölüme beş kala sevdiğin kişiyi kaybetme korkusunu iliklerinde hissederken veya sevdiklerinden çok yakında sonsuza kadar ayrılmak zorunda olduğunu bilirsen, sevgiye sarılıp, her saniyeyi doyasıya yaşamak mümkün müdür?!.
Evet, mümkündür… Bunu anlatmaya çalışıyor bize yazar…
Ona göre sevgi ellerin koların kırıldığında bile dokunabilmek ve yüreğindekileri hissettirebilmektir. Gerçekler yüksek sesle konuşurken, yapılabilecek şeyler tükenmişken; karşılıklı sessizliği yudumlayarak, sevdiğin kişinin elini tutup ve gözlerine bakarak, hayalinde delicesine sevişerek onunla vedalaşabilmektir sevgi. ”Beklemek” yazısında olduğu gibi…
”Sevmek, başkasının hayatını yaşamaktır” demiş Balzac. Kendi hayatından vazgeçip, bütün ömrünü sevdiklerine adamak. Bunu isteyerek yapmak ve asla pişman olmamak… Sevmek bazen sevdiğin kişinin iyiliği için gözlerine bakarak yalan söyleyebilmektir. Sevmek bazen sevdiğin kişinin gitmesine, hatta bazen ölmesine izin verebilmektir… Hayatın en gerçek tiyatro oyunun perdeleri kapanırken, acılar içinde kıvranırken bile sevdiğine gülümseyerek; dünyanın en lezzetli iksirini içer gibi, tadını çıkara çıkara ölüme gülümseyebilmektir sevgi.
Yazara göre sevginin enerjisini kullanarak herşeyi ve herkesi sevmeyi öğrenebiliriz… Ölümü bile… Her ne kadar bizi korkutsa da; ayrılığı, özlemi, hüznü ve yalnızlığı beraberinde getirse de… ”Öğrendim” başlıklı yazısında bunun nasıl mümkün olduğunu anlatıyor.
Aslında yazar annesinin kanser tedavisi sırasında bir hasta yakını ve bir hemşire olarak yaşadığı, hissettiği, gözlemlediği olayları bize anlatmaya çalışıyor. Kanserin ve ölümün o kadar korkutucu bir şey olmadığını vurgulayarak, onları da sevebileceğimizi vurgulamaya çalışıyor. Flört edercesine onlarla dans ederek ve gülümseyerek kucaklaşmanın güzelliğini göstermek. Sevginin çok güçlü bir duygu olduğunu, bazen imkansızı bile gerçekleştirebileceğini ve mücizelerin bile yaşanabileceğini anlatmak.
Yani sevgi, zamanı mekanı düşünmeden ve hayatı en güzel şekilde değerlendirerek, ölüme beş kala bile mutlu olabilmek olduğunu dile getiriyor.