Dikkat çeken, merak uyandıran ve denemeye kışkırtan bir reklam sloganı değil mi? Üstelik her şeyi yiyerek, ince bele sahip olmayı da garantileyen bir diyet.
Ben hergün mantar gibi türeyen çılgın diyetleri şaşkınlıkla izlerken, ”bu kadar da olmaz”, diye söylenirken, meğerse beterin beteri varmış. Hem de XIX yüzyılda…
Aslında lise yıllarında Marıo Vargas Llosa’nın ”Genç romancıya mektuplar” kitabını okurken, Tenya diyetinden haberdar olmuştum, ama nedense üzerinde durmamıştım. Bu defa okurken yutkunup kaldım. Hatta dilimi yuttum (:
Kitapta, Marıo Vargas edebiyat tutkusunun ayrıcalıklı, gönüllü bir kölelik olduğunu vurgulamak için Tenya diyetini örnek olarak vermiş.
Viktorya Döneminde bu diyet çok yaygınmış. Kadınlar o dönemin güzellik anlayışına göre daracık korselere girebilmek için incecik bellere sahip olmaları gerekiyormuş. Hem istedikleri kadar yemek yiyebilmeleri, hem de o incecik bellere sahip olmalarının yolu da tenya diyetinden geçiyormuş.
Yani bu kadınlar bile bile, isteye isteye içine tenya lavrası yerleştirilmiş kapsülleri yutarmış.
Reçeteyle satılan bu kapsüller sayesinde kadınlar ilk önce çok mutlu olurmuş, ama bu mutluluğun zamanla çok ağır bir bedeli olduğu anlaşılmış. Çünkü lavralar girdikleri bedenle bütünleşip; onu sömürmeye, ondan beslenmeye ve onun sayesinde büyümeye başlarmış. Üstelik üç ile yirmi metreye kadar uzayabilen bu tenyalar aç kalınca inanılmaz acılara sebep olurlarmış (:
Bir noktadan sonra kadınlar, içlerinde yaşayan ve sürekli aç olan bu canavar için sürekli yemek yemeye ve süt içmeye mecbur kalırmış.
Bir arkadaşı, Marıo Vargas’a bu durumu şöyle özetlemiş: ”Artık hayatımdaki her şeyi kendim için değil, içimde taşıdığım ve beni kendine uşak eden bu varlık için yapıyorum”.
İnsan merak etmeden edemiyor… ”Tehlike yok!” diye bağıran reklamcılar ve şeker niyetine kapsüllerin reçetesini yazan şartlatan doktorlar bu diyeti denedi mi acaba? Hiç sanmıyorum.
İnsanlığın her devrinde para hırsı her şeyi unutturacak, vicdanları uyutacak bir güçte olmuştur (:
Bence bu diyetin en kötü tarafı o tenyalardan kurtulma şekli…
Onları vücuttan uzaklaştırmak için yiyeceklerle doldurulmuş, silindirik bir tüp yutulması gerekiyormuş, ya da anüsün içine bir bardak taze süt sokulurmuş (: Tam bir işkence. Boğulma riski var, kanama riski var. Veya tenyanın, ”Ben burdan çıkmıyorum, hayatımdan memnunum” deme ihtimali var…
Ben bu kabus gibi diyeti sevmedim. Edebiyat tutkusunun da bu tenya canavarıyla kıyaslanmasını da sevmedim.
Evet, ”bu çekici ve sömürücü” mesleğe gönül verenler ”yaşamak için yazmazlar, yazmak için yaşarlar”. Bunu kabul ediyorum, ama bunu eziyet veya işkence olarak görmek istemiyorum (:
Flaubert’in, ”Yazmak, yaşamanın bir biçimidir” diyerek, yazımı noktalamak istiyorum.
0 Comments