”Bana dediler ki inanma, hayal kurma, rüya görme, umut etme, bağlanma. Kalbini açma. Görme. Gördüklerini unut. Vazgeç dediler… Hayır vazgeçmeyeceğim! Bana dayatılan hiçbir şeyi kabul etmeyeceğim. Tehditlere, bedeli ne olursa olsun boyun eğmeyeceğim. Ben yolumu seçtim. O yol beni nereye götürürse götürsün, geri dönmeyeceğim”
İşte bu sözler Yol ayrımı filmini iki kez seyretmeme sebep oldu 🙂
Beğenmeyenlere, eleştirenlere ve burun kıvıranlara inat, ben bağıra bağıra beğendiğimi ve çok çok sevdiğimi söylüyorum 🙂
Sıkılmadan defalarca da seyredebilirim.
Yumuşacık, su gibi akan bir anlatım. Evet, çok tanıdık bir hikaye, ama hiç böyle anlatılmamıştı. Gerçekler hiç bu kadar güzel bir şekilde gözlerimizin içine sokulmamıştı. Bağırmadan, korkutmadan, kırıp dökmeden iç dünyamıza bu kadar bu kadar güzel ayna tutulmamıştı.
Evet, evet film bizi anlatıyor. Az veya çok , evlerimizde veya komşularımızda yaşanan, yaşanabilecek olaylar.
Kendimizi kandırmayalım lütfen. Hiç birimizin mükemmel bir aile yaşantısı yok. Ya aile içinde, ya da sülale içinde hepimizin bir parça bu tarz olaylar yaşadığımızı en azından kendimize itiraf edebiliriz. Hepimizin öyle ya da böyle bir travması var 🙁
”Yol ayrımı” bizi bu travmalarla yüzleşmeye davet ediyor. Bunu yapın. Korkmayın! Filmdeki müziğe kendinizi teslim edin, kurtulun yüreğinizdeki zincirlerden. Canınızı acıtan gerçeklerden kaçmak yerine, kurtulun bu sakladığınız ve altında ezildiğiniz yüklerden.
Ruhsuz, birilerinin esiri olmuş bir insan olarak mı yaşamaya devam etmek istiyorsunuz yoksa? Hiç mi umutlarınız, hayalleriniz ve yapmak istedikleriniz yok?
Yoksa zaten ölmüşsünüz demektir. Nefes alan bir ölü olarak, sahip olduklarınıza sıkı sıkı yapışıp, kendinizi kandırmaya devam edin o zaman 🙁
Hayır, devam etmeyin lütfen 🙂 Şunu bir dinleyin. Belki yüreğinizin bir köşesine dokunur ve bir şeyler harekete geçer 🙂
”Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya, ikincisinde daha çok hata yapardım. Kusursuz olmaya çalışmaz, sırt üstü yatardım. Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar.
Eğer yeniden başlayabilseydim ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla. Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır, çocuklarla oynardım. Bir şansım olsaydı eğer…”
Evet, bu satırlar da çok tanıdık geldi değil mi? Bir yerlerde duyduğumuz, bir kaç kez okuduğumuz, çok iyi bildiğimizi zannettiğimiz sözler.
Ama filmde öyle bir söylendi ki, içiniz burkuldu ve susup kaldınız değil mi? Susun zaten. Bir zahmet susun ve düşünün!
Susup, düşünmeye başladığınızda yüreğiniz konuşmaya başlayacaktır. Onu dinleyin. Bedeli ne olura olsun, son nefesine kadar hayallerinin peşinden koş diye fısıldayacağını garanti ederim.
Deneyin lütfen! Ben yaptım, oldu 🙂 Yapmak iyi geldiği için de filmi iki kez seyrettim 🙂
Nasıl aşık olunduğunu, şiirlerlerin insanı nasıl mutluluktan havalara uçulduğunu öğrenmeden ayrılmayın bu dünyadan. Hiç bir zaman geç değildir. Ölüme beş kala bile bence yapılabilir.
Şiir tutkunu Altan’ın son nefesini vermeden önce söylediği gibi, ”Daha fazla seyahat et. Güneşin doğuşunu daha çok izle. Daha çok dağa tırman. Daha çok nehirde yüz. Gitmediğin yerleri gör. Onlar sadece anlar. Sen de anları yaşa”.
Bu film bana o kadar çok şey hatırlatıp, düşündürdü ki yazdıkça yazabilirim. Ama toparlasam iyi olacak 🙂
Teşekkür etmek istiyorum. İlk önce Yavuz Turgul’a. Hiç bir şeye aldırmadan, bildiğini okumaya devam ettiği için 🙂
En büyük teşekkürüm Şener Şen’e 🙂 Muhteşem bir oyuncu olduğu için. Kendisine asırlardır aşığım, ama o aşkımı ayrı bir yazıda yazmayı düşünüyorum 🙂
Bütün oyuncular süperdi. Özenle seçilmiş bu kadrodan daha farklı bir şey beklemezdim de zaten 🙂
Müziğe gelince. Kendi adıma Anjelika Akbar’a ne kadar teşekkür etsem azdır. Sanki hikayedeki anlatıcı piyanoymuş gibi geldi bana. Bazen ağlayarak, bazen coşarak, bazen de hafif hafif dürtükleyerek anlattı derdini bana.
Film bitince yerimden kalkmak istemedim. Piyanonun konuşmaya devam etmesini, hatta benimle birlikte gelmesini istedim 🙂
Emeği geçen herkese teşekkürler! Çok, ama çok sevdim.
0 Comments