Bugün senin doğum günün!
Evimizde bir parti düzenledim ve hiç tanımadığım adamları çağırıp, yardım istedim…
Senden kalan, seni hatırlatan her şeyden kurtulmak istediğimi söyledim.
Öyle sevindiler ki hemen işe giriştiler ve sağ solu karıştırıp, kırıp dökmeye başladılar.
Ben de bir köşeye oturup, bize ait ne varsa alıp, götürmelerini seyredaldım.
Beş yıldır seni beklemekten yoruldum.
Her zamanki gibi ‘’şaka yaptım’’ diyerek kapıdan, bacadan girip, bütün üzüntülerimi unutturmanı hayal etmekten vazgeçtim…
Asla gelmeyeceksin! Artık bunu biliyorum.
Seni yüreğimden çıkarıp, beynimden silebilmek için de bu yolu seçtim…
Önce salondan başladılar.
O çok sevdiğimiz, özenle biriktirdiğimiz, ilk önce kim okuyacak diye tatlı tatlı çekiştiğimiz kitapları kolilere tıka basa doldurdular.
Kitaplık, çıplaklığından utanan mahsun bir kadın gibi boynunu büktü. Ama uzun sürmedi. Onu da parçalara ayırıp, ağlamaktan kurtardılar.
Sonra da yemek masasına, sehpalara, koltuklara giriştiler…
En sevdiğimiz, hep orada oturduğumuz, uzun uzun konuştuğumuz, bazen seviştiğimiz koltuk direnmek istedi.
‘’Bana dokunma! Kalmalıyım!’’ diye inledi, ama ben bile onu duymak istemediğim için kurtulamadı.
Duvardaki resimler ise engel olmam için izin almadan konuşmaya başladılar. Hangi gün, ne sebeple ve ne şekilde bana hediye ettiğini haykırdılar.
Aldırmadım…
Vücudum taş kesilmiş, yüreğim ise kapılarını teker teker kapatmaya başlamıştı.
Çalışma odandaki eşyalar boşaltılırken ben bir kadeh şarap eşliğinde, sigara içmeği tercih ettim.
O muhteşem CD koleksiyonunun, fotoğraf makinelerinin ve bilgisayarının yok edilişini seyretmek istemedim.
Sıra yatak odasına geldiğinde hafiften çakır keyif olmuştum, ama yine de yatak parçalanırken isterik krizine kapılmadan edemedim.
O son geceyi unutabilmek için de gözyaşlarımı özgür bıraktım…
‘’Banyodakileri de alalım mı?’’ diye sorduklarında, başımı sallamakla yetindim.
Diş fırçanın, parfümlerinin gidişini umursamadım.
Çırılçıplak evde yalnız kaldığımda ise hafiflediğimi hissettim.
Çantamı alıp, arkama bakmadan kapıyı çarpıp, çıktım.
Partinin son bölümünü de tamamlamak için yola koyuldum.
Sana geldiğimde hava kararmış, yağmur yağmaya başlamıştı…
Karşına dikildiğimde ellerimi koyabilecek bir yer aradım, ama bulamadım.
Veda konuşması da hazırlamıştım sözüm ona, ama ağızım kilitlendi, kelimeler de beni terk etti.
Rüzgar vücudumu acımasızca sarsmaya başlayınca bitkin bir halde soğuk toprağın üstüne çöktüm ve beş yıldır yaşadığım kabus tekrar karşıma dikildi…
Doğum gününü sadece benimle kutlamak istediğini ve bana bir sürprizin olduğunu söylemiştin…
Sanki benim doğum günümmüş gibi de yemeği pişirip, muhteşem bir masa hazırlamıştın.
Romantik bir yemekten sonra da dans edip, deliler gibi sevişmiştik.
Pastanı keserken ise:’’Sonsuza kadar benim olmanı diliyorum!’’demiştin.
Bana hazırladığın sürprizi sorduğumda ise’’Sabah erken kalkmalıyız’’ diyerek, beni yatak odasına sürüklemiştin.
Sorduğum sorulara cevap vermek yerine ise sırtını dönüp, hemen uyumuştun.
Ben de çaresizce sana sarılarak, çabucak sabah olması için dua ederken güzel güzel rüyalara dalmıştım.
Uyandığımda nerdeyse öğlen olmuştu. Vücudun buz gibiydi…
‘’Yine mi soğuk duş aldın?’’ diye söylenerek, seni uyandırmaya çalıştım.
Kıpırdamadın… Sanki nefes almıyordun…
Sarsıp, gözlerini açman için yalvarmaya başladım, ama sen, sen hiç cevap vermedin…
Çünkü ölmüştün…
Yüzünde mutlu bir gülümsemeyle ve yastığın altında sakladığın uçak biletleriyle beni sonsuza dek terk etmiştin.
Bu gerçeği kabullenmek, yokluğuna alışmak imkansızdı.
Beş sene boyunca o uçak biletlerine bakıp, geri dönmen için yalvardım.
Ama gelmedin. Asla da gelmeyeceksin. Artık bunu biliyorum.
O yüzden bugün senin doğum gününde, evimizde bir parti düzenledim ve bize ait olan her şeyi yok ettim.
Uçak biletlerini ise sana getirip, sonsuza dek senin olacağımı söylemek istedim.
Evet, bugün senin doğum günün! Benim ise sana kavuşma günüm…
0 Comments