‘’Benim dostluklarla yitirecek vaktim yok’’ diyen Fransız yazar insansız bir yaşamı tercih etmiştir…
Onunla görüşmeye gelen yakın dostlarını kapıdan kovar, uşağını da ziyaretçilerden haber getirdiği için azarlarmış.
Buna sebep olan belki de annesine olan takıntılı sevgisidir.
O ölünce, günlüğüne şu notu düşmüş: ‘’Yaşamım artık o biricik amacını, biricik tatlılığını, biricik aşkını ve biricik tesellisini yitirdi. Anneciğim ölürken küçük Marsel’i de beraberinde götürdü…’’
Onun ölümünden sonra da tamamen yalnızlığı tercih etmiş, kendini kapkaranlık dünyasına hapsedip, yazdıkça yazmış…
Yazmak onun için belki de baş edilmesi gereken bir hastalık veya hastalıklı ruhunu iyileştirmek için tercih ettiği bir yoldu 🙁
Toplum dışı sürdüğü hayatının karanlık odalarından ve karanlık gecelerinden ortaya çıkan dahiyane eserler 🙂
İnsansız yaşamından, insanları, insan ilişkilerini ve ruhun derinliklerini gözlemlemeden, anlayıp, çözen ve çok güzel anlatan bir yazar…
Hayatının son üç yılında ise neredeyse hiç yatak odasından çıkmamış…
Gündüzleri uyumuş, geceleri ise yazmış.
Nasıl yazdığını veya nasıl yazılması gerektiğini ise şöyle dile getirmiş:
‘’ Hayatta Zaman için de aynı şey geçerlidir. Romancılar Zaman’ın geçip gitmesini anlaşılır kılabilmek için, yelkovanların dönüşünü delice hızlandırarak okura iki dakikada an, yirmi, otuz yılı geçirmek zorundadır. Bir sayfanın başında umutlarla dolu bıraktığınız aşığı, bir sonraki sayfanın sonunda seksenlik, düşkünler yurdunun avlusunda gezintisini güç bela tamamlayan, söylenen sözlere zar zor cevap veren, geçmişi unutmuş bir ihtiyar olarak buluruz…’’
0 Comments