Katil sinek


0

Genç adam koşarcasına otobüse bindi ve yerine oturdu. Sabırsızdı. Bir an önce otobüsün hareket etmesini istiyordu.

Son günlerde onu çok sıkan şehirden, derslerden ve sınavlardan kaçmak istiyordu.

O kadar yorgundu ki gözü hiçbir şey görmüyordu.

Bugünkü Anatomi sınavı onu öyle bunaltmıştı ki fikrini değiştirip, tatilini Uludağ’da geçirmekten bile vazgeçmişti.

Anatomi hocası da peşinden gelip, ikide bir karşısına çıkıp, elinde tuttuğu çuvaldan bir kemik çıkarıp: “Bunun adı ne? Ya görevi?..” diye sormasından korkmuştu.

Bir insanın vücudunda nasıl bu kadar çok kemik, adale, sinir, organ olup da görevlerini karıştırmadan, unutmadan, mükemmel bir şekilde çalıştıklarını düşünmek bile istemiyordu…

Elindeki gazeteyi karıştırarak, sinema sayfasını buldu.

İstanbul’a ulaşır ulaşmaz sinemaya gitmek istiyordu.

Öyle özlemişti ki Beyoğlu’nun havasını, kargaşasını…

Belki sinemadan sonra bir bara gider, bir içki de içerdi. Biraz müzik dinler ve Bursa’yı, dersleri, hocaları, kemikleri, organları unuturdu.

Nihayet otobüs hareket etti.

Genç adam gittikçe uzaklaşan ve uzaklaştıkça küçülen Bursa’yla vedalaşmadı. Dönüp, arkasına bile bakmadı.

O artık Nişantaşı’ndaydı ve annesine sarıldıktan sonra kendini sokaklara atmıştı.

Birden kulağını bir şey tırmalamaya başladı. Aman Tanrım, bu da ne?

Radyo’dan gelen ses “…Ben köyümü, köyümü özledim..” diye bas bas bağırıyordu.

Arabesk müziğinden nefret ediyordu. Hele hele böyle bir günde de hiç katlanamazdı.

Tam itiraz etmeye hazırlanıyordu ki en önde oturan küçücük çocuk dikkatini çekti.

Kendinden geçmiş bir şekilde, hafiften dans ederek, radyodaki adamın o acıklı şarkısını söylüyordu…

4-5 yaşlarındaydı ve tekrarladığı sözlerin ne anlama geldiğini tabii ki bilmiyordu. Ama o efkarlı haliyle etrafındaki insanların gözyaşlarını hareketlendirmişti.

Bütün yolcular keyiflenmişti ve genç adam yerinde uslu uslu oturup, bu müziğe ve ona yabancı havaya katlanmaya karar verdi.

Elbette ki herkes onun gibi insan vücudundaki kemikleri, organları aramak, bulmak ve yerleştirmek zorunda değildi.

Ve böylece arabesk müziği eşliğinde, arabesk bir yolculuk başladı…

Peş peşe gelen o acıklı şarkılar bir süre sonra bütün yolcuların beyinlerini mayıştırdı ve ağlamaktan yorulan gözler, efkarlı bir uykuya daldı.

Yaşılı kadının uykuya yenilmiş gözlerinden hala gözyaşları damlarken, kucağındaki küçük çocuk rüyasında tatlı tatlı gülümsüyordu…

Otobüs şoförü hala o acıklı şarkıları dinlemekten sıkılmamıştı.

Sigarası ağzında, dünyanın sonu yaklaştığını gösteren yüz ifadesiyle önüne bakıyordu.

Uyuyan yolcuların arasından çıkan bir sinek, otobüs şoförünün etrafında dans etmeye başladı.

Radyodan gelen ve bütün yolcuları etkisi altına alan bu müzik, besbelli sineği de etkiledi. Hareketleri daha hızlı ve dansı daha kıvrak oldu.

Genç adam, sineğin neden otobüs şoförünün etrafında dans etmeye karar verdiğini düşünmeye başladı…

Acaba şoförün pala bıyıklarından mı hoşlandı? Ya da çatık kaşlarından mı?.. Belki de o “anlamlı” yüz ifadesinden etkilenmişti.

Otobüs şoförünün bu yakın ilgiden rahatsız olmasına rağmen, sinek dansına ve incelemesine devam ediyordu.

Bir süre sonra sinek, otobüs şoförünün kocaman burnunu yakından incelemek istercesine iyice yaklaştı.

Sineğin yaklaşmasıyla şoförün, dünyanın sonu geldiğini bildiren ses tonuyla:

“Allah, Allah…” diye bağırarak, elini kaldırıp burnunu tuttu.

Ve korkunç bir patlama sesi duyuldu.

“Tamam işte, artık dünyanın sonu gerçekten geldi…” diye düşündü genç adam.

Her tarafın kararmış olmasına rağmen, sineğin ona doğru geldiğini fark etti. Ve sanki yaklaştıkça büyüyordu ve büyüdükçe genç adam yere batıyordu.

O da çaresizce, otobüs şoförü gibi: “Allah, Allah…” diye bağırmaya başladı.

Kendine geldiğinde yerde yattığını fark etti. Elbiseleri yırtılmış, her tarafından kan akıyordu.

Elindeki gazete bile ona yorgun ve kanlı gözlerle bakıyordu.

Pencereleri kırılmış, yerde ters yatan otobüsten gelen: ” Ben köyümün dağlarını özledim…” o acıklı ses, anlaşılan susmamaya kararlıydı.

Genç adam bu müzikten, bu felaketten koşup, kurtulmak istercesine ayağa kalktı.

Yine her taraf karardı ve o müzikle birlikte sinek, üstüne üstüne gelmeye başladı…

 

 

* * *

 

 

Ameliyathanede sessizlik hakimdi. Ortalık bembeyaz ve pırıl pırıldı.

Herkes, hemen hemen her gün yaptığı hareketleri otomatik bir şekilde yapmaktaydı.

Kimse konuşmuyordu. Bir an önce ameliyatın bitmesini istiyorlardı.

Sabırsızdılar… Bu odanın dışındaki hayatı yakalayıp, bıraktıkları yerden devam ederek; bir damlacık mutluluğu doya doya içmeyi hayal ediyorlardı.

Cerrahın beynini, ameliyattan önce küçük kızının çözmeye çalıştığı matematik problemi kurcalıyordu. O problemi çözer çözmez, satranç oynamayı tasarlıyordu.

Küçük kızının, o küçük hilelerine aldırmadan, akrobatik numaralarla onu yenmeye çalışması, o tatlı kahkahalarıyla evini renklendirmek istiyordu…

Genç asistan yarınki sınavını düşünüyordu.

Çok iyi hazırlandığından emindi, ama yine de tedirgindi. Şimdi omuz omuza çalıştığı melek yüzlü hocasının, sınavda bir canavara dönüşeceğini biliyordu.

En iyisi bu akşam sevgilisiyle gideceği konserden vazgeçip, biraz daha ders çalışmalıydı.

Hemşireden bir tampon istedi, ama o dalgın dalgın makası uzattı.

Anlaşılan bu ameliyat onu çok etkilemişti. Kendinde değildi…

Bu genç hasta hemşireye, sevgilisinin ameliyatını hatırlatmıştı.

Bunca yıl geçmesine rağmen, yüreğindeki acı hiç hafiflememişti.

Nasıl da iyileşmesi için dua etmişti ve hiç yorulmadan bir yıl boyunca ona çocuk gibi bakmıştı.

İyileşince, çekip gitmişti ve o boğucu yalnızlık başlamıştı.

Acaba nerede hata yapmıştı?.. Mesleğini bile değiştirmeyi düşündü.

Çünkü şimdi de olduğu gibi her genç hastada, hep sevgilisini görüyordu.

Evet, işte bu genç hasta da tıp okuyormuş… Trafik kazası geçirmişti ve yaşama şansı çok çok azdı…

Bu düşüncelerden kurtulmak istercesine başını salladı ve tekrar kanamaya başlayan hastayla ilgilenmeye başladı.

Giden serumu hızlandırdı, bir torba kan daha taktı. Tansiyon yavaş yavaş yükselmeye başladı, kalp atışları normalleşti.

Ameliyat da bitmek üzereydi…

Cerrah çok yorulmuştu ve güçlükle gözlerini açık tutabiliyordu. Galiba küçük kızıyla tasarladığı o satranç oyununu ertelemek zorunda kalacaktı.

Hastabakıcıdan, teybi açmasını istedi. Herhalde klasik müzik yorgun beynini biraz canlandırırdı.

Odaya yayılan Mozart’ın çılgın senfonisi havayı hemen değiştirdi… Herkesin hareketleri daha kararlı ve istekleri daha belirgin oldu.

Bunca kanamaya rağmen, genç adam sanki yaşamaya kararlıydı ve direnmeye devam ediyordu.

Genç asistan yarınki sınavını düşünmekten vazgeçti, çünkü başaracağından emindi…

Hemşire ise geçmişini bu ameliyathanede bırakıp, dışarıda onu bekleyen yeni sevgilisine, yüreğinin kapısını açmak için sabırsızlanmaya başladı…

Cerrah son dikişleri atmaya başladı ve hayalinde, küçük kızıyla dans ediyordu.

Eşini kaybedeli iki yıl olmuştu ve dans etmeyi bile unutmuştu.

Küçük kızı güldükçe, cerrah mutluluktan uçuyordu…

Fakat birden gözlüğüne bir şey yapıştı ve önündeki görüntü kayboldu. Yanlış bir hareket yapmamalıydı, ama hiçbir şey de görmüyordu.

“Hay Allah, bu ne rezalet? Ameliyathanede sinek!..” diye bir taraftan bağırıyor, diğer taraftan da sinekten kurtulmaya çalışıyordu.

Herkes yardım etmektense, donup kalmış cerrahın sinekle savaşını seyrediyordu.

İlk kendine gelen hemşire oldu. Monitörde, hastanın tansiyonu 50 olduğunu gördü ve kanamanın tekrar başladığını fark etti.

Bu kez o,”Hasta gidiyor..” diye bağırmaya başladı.

Cerrah, sineği yakalamaya çalışırken solunum aletine çarpıp, yere düştüğünde gözlüğünü ve bacağını kırdı.

Ameliyata devam edemezdi. Röntgene gitmeliydi. Film çektirip, bacağını alçıya aldırmalıydı.

Hastabakıcıyla cerrah, ameliyathaneden uzaklaşırken sinek gözlükle oynamaya devam ediyordu.

Genç asistan ise hayatının en zor sınavını vermek üzere hastayı kurtarmaya koyuldu…

 

 

* * *

 

Genç adam elindeki kitabı kapattı ve kalkıp, eşyalarını hazırlamaya başladı.

Sömestr tatili çoktan bitmişti ve neredeyse iki aydır bu hastanedeydi.

Yatmaktan çok sıkılmıştı…

Bursa’yı, arkadaşlarını, derslerini, hatta hatta anatomi hocasını bile özlemişti!

Onlara kavuşmak için sabırsızlanıyordu.

Hala iyileşmemiş olan bacağını sürükleyerek odasından çıktı ve asansöre bindi.

Huzurluydu. O acı dolu günler, ameliyatlar, kanamalar geride kalmıştı.

Çantasında yer kalmadığı için elinde anatomi kitabını tutuyordu. Bu kitap, o kabus dolu günlerde onun en iyi arkadaşı olmuştu.

Asansörde kimse yoktu. Düğmeye bastı.

Hafiften gülümsüyordu… Biraz sonra arabaya binip, Bursa’ya doğru uçacaktı.

Bursa’da onu bekleyen bir de İnci vardı…

Öyle özlemişti ki ona sarılmayı, onunla konuşmayı, tartışmayı…

Son mektubunu hatırladı: “Neredesin?.. Ellerim üşüdü. Yüreğim susadı. Neredesin? Seni bekliyorum…”

Asansör sallana sallana zemin katına doğru ilerlerken, büyük bir gürültüyle iki katın arasında durdu…

Genç adam bağırıp, yardım istemeye başladı. Bu ne aksilik?  Keşke merdivenlerden inseydi. Ama bacağı hala ağrıyordu ve yürümekte güçlük çekiyordu.

Asansörün dışında biriken insanlar, onu teselli etmeye çalıştılar. Şimdi teknisyen arızayı giderecekmiş. Panik yapmamalıymış…

Ne paniği? Genç adam nefes almakta güçlük çekiyordu… Sanki boğuluyordu.

Yorgun yorgun yere çöktü ve beklemeye başladı.

Anatomi kitabı hala elindeydi. Zaman geçsin diye onu karıştırmaya başladı.

O arada, asansörün karanlık köşelerinden bir sinek çıktı ve vızıldayarak, etrafında dönmeye başladı…

“Bir bu eksikti..” diye düşündü genç adam. Karanlıkta sineği görmeye çalıştı.

Onu yakalayıp, öldürmeliydi. Çünkü sineğin vızıltısı onu çıldırtıyordu.

Asansörün içinde bir kovalamaca başladı…

Genç adam sineği tam yakaladığını düşündüğünde, o kurtulup karanlık bir köşeye saklanıyordu. Bir iki saniye sonra tekrar üstünü üstüne gelmeye başlıyordu…

Bağırarak, asansörün sallanması tehlikeli olduğunu anlatmaya çalışan dışarıdaki insanlar; genç adamın oturup, beklemesini istediler…

Ama o onları duymuyordu. Asansörün duvarında sineği gördüğünde, elindeki kalın anatomi kitabını fırlattı. Sineğin vızıltısı kesildi.

Genç adam rahatladı, ama o an asansör korkunç bir gürültüyle ve büyük bir hızla asansör boşluğuna çakıldı…

Kurtarma ekipleri uzun bir çalışmadan sonra genç adamı bulduklarında, o çoktan ölmüştü.

Elinde anatomi kitabı vardı ve kitabın üstünde ölmüş bir sinek…

 

 

 

 

 


Like it? Share with your friends!

0
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir