Ben bugüne kadar semih Kaplanoğlu’nun hiç bir filmini seyretmemiştim 🙁
Onu sevmediğimden değil.. ”Şehnaz Tango” dizisiyle kalbimi fethetmişti, ama bir sinemacı olarak ancak şimdi ilgi alanıma girebildi…
Ama öyle bir girdi ki 🙂 Daha ilk filmiyle hayranlarımın merkezine yerleşti 🙂
Sessizliğin sesini dinlemeyi seven bir insan olarak onun sessiz, yavaş, damla damla akan tarzı beni büyüledi…
Çok az diyalog kullanarak, sessizliğin bütün hallerini ve güzelliğini hatırlatarak ; daha çok beden dili ve imalarla hikayesini anlatmış.
Hikaye ise çok sıradan. Ama çok basit bir hikayeyi ele almasına rağmen insanın ruhuna hitap ederek ve düşünmeye davet ederek, sessizce sarsıyor. Sarsmanın da ötesinde, resmen köşeye sıkıştırıyor 🙁
Ya o sessizliği destekleyen, hatta etkisini kat kat arttıran doğa şölenine ne demeli ?
İnsanın doğaya dönüşü, özüne dönüşü ancak bu kadar güzel resimlerle anlatılabilir 🙂
Ana karakterler: Şair Yusuf ve 5 yıldır annesinin yanında yaşayan Ayla çok iyi yaratılmış ve oyuncular çok, çok iyi seçilmiş…
Benim daha çok, hatta sadece sinemaya yakıştırdığım ve oyunculuklarını fazlasıyla beğendiğim iki oyuncudur Saadet Işıl Aksoy ve Nejat İşler 🙂
Beden dilini ve mimiklerini o kadar iyi kullanıyorlar ki, aralarındaki sessiz diyalogları hiç zorlanmadan okuyabiliyoruz.
Filmin konusuna gelince… Yumurta aslında hayata tutunamayan bir adamın hikayesi 🙁
Şair Yusuf annesinin ölüm haberini alır ve yıllardır uğramadığı ve hiç bir zaman sevmediği kasabasındaki (Tire) çocukluk evine döner.
Evde 5 yıldır annesiyle birlikte yaşayan ve uzaktan akrabası olan Aylayı bulur…
Cenaze sırasında Yusuf hiç bir duygu belirtisi göstermeyen, etrafındaki her şeye karşı ilgisiz ve yabancı bir adam gibi davranır. Cenazeden sonra da hemen İstanbul’a dönmeye niyetlenir. Ama Ayla ondan annesinin son isteğini yerine getirmesini ister. Ölmeden önce annesi bir adak adamıştır ve Yusuf’un bunu yerine getirmesini istemiştir Ayladan…
Yusuf ilk başta dirense de, bu isteği mecburen yerine getirir.
Tıpkı annesinin ona çizdiği kaderi sonunda kabul etmek zorunda kalması gibi…
Yıllarca annesinden uzak olsa da, başka bir şehirde başka bir hayat yaşasa da o oğlu ile ilgili kafasında bir hayat yaratıp yaşamış ve kasabada yaşatmış. Hikayeler uydurarak onu kasabaya sevdirmiş. Çıkan şiir kitabını onun adına arkadaşlarına hediye etmiş 🙂
Her annenin yapacağı şeyler yapmış aslında…
Yani kendi ölümünden sonra oğlunun kaderini değiştirmek için elinden geleni yapmış ve en önemlisi de oğluna bunu kabul ettirecek en iyi şekli bulmuş… Adağın yerine getirilmesi 🙂
Tıpkı onun planladığı gibi Yusuf ve Ayla bir yatır türbesinde yapılacak kurban kesimi için yola çıkarlar…
Kurbanlığın seçileceği sürü bulunamayınca ikisi geceyi bir gölün kıyısındaki otelde geçirmek zorunda kalırlar.
Yolda yavaş yavaş birbirini tanımaya ve birbirine alışmaya başlayan Yusuf ile Ayla gece katılmak zorunda kaldıkları düğünün atmosferinden etkilenerek, daha çok birbirine yaklaşırlar 🙂
Kurban kesimi sırasında ve sonrasında yaşananların yorumunu seyirciye bırakılmış olması daha da güzellik katmış filme 🙂
Yani kurbanın kesimi Yusuf’un kaderini değiştirip değiştirmediğini, karın yağmasıyla ve kurbanın kesilmesiyle birlikte Yusf’un suçluluk duygusundan kurtulup, kurtulamadığına seyirci karar veriyor…
Bence bu hayata tutunamayan adam, annesinin ona çizdiği kaderi kabul edip, son hayata tutunma şansını kullandı 🙂 🙂 🙂
Filmin en vurucu sahnesi bence Yusuf’un gece otlaklıkta, köpek tarafından esir alınma sahnesi.
Yusuf’un köpeğin karşısındaki korku ve çaresizliği onu ölümle yüzleştiriyor. Ölümün çaresizliği karşısında ise ise ilk defa annesinin ölümüne ağlaması ve yapma şekli oyunculuk bakımından da muhteşem 🙂
Köpeğin Yusuf’a zarar vermemesi ise ölümden korkmamak gerektiğini çok güzel vurgulanmış 🙂
2007 yılında çekilen bu filmi biraz geç seyretmiş oldum, ama bayıldım 🙂
Sessizliği yudumlamayı seven bir insan olarak sessizliği bu kadar güzel konuşturan bir yönetmen olarak Semih Kaplanoğlu’nu çok sevdim 🙂
Çektiği ve çekeceği bütün filmleri de takip etmeye devam edeceğim….
0 Comments