On yaşındaki bir kızın gözünden Tanrı kavramı, gerçek üstü bir komedi çerçevesinden anlatılmış.
Hikayeyi anlatan bir çocuk söz konusu olunca da işin içinde mutlaka oyun olur.
Yani film boyunca üç kişinin tanrıcılık oyunlarını seyrediyoruz ve filmin sonunda hangi Tanrının daha iyi olduğuna karar veriyoruz. Çocuğun da şaşırdığı gibi, biz de verdiğimiz karara şaşırıyoruz.
Neyse biz başlangıçtan başlayalım. ”Başlangıç olduğunu bilmeden” hemde…
”Pisliğin teki” olan Baba Tanrı sıkıntıdan çatlayan bir adammış. Sıkıntısını gidermek için Brüksel’i yaratmış ve orada yaşamaya başlamış. Sonra hayvanları yaratmış. Arkasından insanları ve elbette ki çocukları.
Girişi ve çıkışı olmayan bir apartman dairesinde yaşayan bu Baba Tanrı filmin başından sonuna kadar bana Hitleri anımsattı.
Savaşlar çıkaran, yarattığı insanlara kötülük yapmaktan zevk alan, ama en büyük kötülüğü kendi ailesine yapan bir Baba Tanrı.
Bu kadar çok kötülük olunca da ilk önce evinde bir ayaklanma kaçınılmaz olur 🙂
Dışarıdaki dünyayı hiçbir şekilde tanımayan 10 yaşındaki Ea, havarilerin yardımıyla babasına meydan okur ve evden kaçar.
Sonra da karşımızda Ea Tanrı modeli yerini alır. Küçük küçük mucizeler yapan, insanları iyileştiren, barıştıran, yüreklerindeki müziği duyup, harekete geçiren bir model. Ama Baba Tanrının belirlediği ölüm saati ve tarihleri değiştirmeye gücü yoktur 🙂
Üçüncü Tanrı modeli en sempatik ve herkesin tercih edebileceği bir model Anne Tanrı 🙂
Görünüşte acınası ve tamamen sindirilmiş, sesini çıkarmayan ve tepki göstermeyen bir varlık. Ama evdeki diktatör ortadan kaybolunca mucizevi bir değişime uğruyor.
Elbette ki Anne Tanrının ilk yapacağı şey evin her köşesini temizlemek. Sonra da en çirkin yerlerden başlayarak (diktatörün odası ve masası), her taraf süsler ve güzelleştirir. Öyle bir kaptırır ki kendini bu güzelleştirme işine, kendi evinden sonra bütün dünyayı da güzelleştirmeye girişir ve bunu büyük bir zevkle ve sevgiyle yapar.
Böylece Baba Tanrının yaptığı ve yapmak istediği bütün kötülükler ortadan kalkar 🙂
Böyle bir tanrıyı kim istemez ve sevmez. Çünkü o işe el atınca, mutlu son da kaçınılmazdır ne de olsa:)
Bu gerçeküstü komedide en dikkat çeken ayrıntı ne kadar süre sonra öleceğini öğrenen insanlardaki değişim.
Hem şaşırtıcı, hem de olabilecek tepkiler olmakla birlikte, insanı empati yapmaya kışkırtıyor 🙂
Filmde en sevdiğim cümle :”Hayat bir buz pisti gibi. Birçoğu düşer ”
Seyretmediyseniz seyredin derim 🙂
Oldukça farklı bir yapım. İnsanı düşüncelere ve empatiye sürüklüyor dediğin gibi 🙂