Bulgaristan’da yaşadığım yıllarda, birçok insan ayın on üçü cumaya denk gelirse, onu Kara Cuma ilan ediyordu ve o gün mutlaka olumsuz veya kötü bir şey oluyordu.
Bazılarımız inanırdı buna, bazılarımız inanmazdı.
Batıl bir inanç neticede. Olacak bir şey o gün tesadüfen oluyordu işte 🙂
Ama bazen de olumsuzlukların hepsi o güne denk gelince, durup bir düşünüyorduk. Gerçeklik payı olabilir mi diye 🙂
Şimdi ben bütün bunları durup dururken niye hatırladım ve niye yazıyorum…
Vallahi bugün cuma ve ayın on üçü. Üstelik sabahtan beri benim başıma gelmeyen aksilik kalmadı.
Bu sabah, kocamın bir hafta önce kendine aldığı botların bağcıkları paramparça oldu ve bizim evde küçük çapta bir savaş yaşandı 🙂
Allah’tan yedek bir bağcık bulundu, diğeri de düğümlenerek sorun çözülmüş oldu.
Sonra ben kahvaltı öncesi, kendime yumurta pişirmeye çalışırken, kırdığım yumurta önümdeki kaseye değil, uçarak yere yapıştı.
Zaten acelem var, bir de temizlikle uğraşmak zorunda kaldım 🙁
Bitmedi.
Az önce kendime nescafe yapıp, bilgisayar başına dönmeye niyetlendiğimde, elimdeki bardak da uçmaya karar verdi.
Bu noktadan sonra kahvenin yere dökülmüş olması sorun değil. Hele hele bardağın kırılmış olması hiç sorun değil. Pek sevmediğim birisi tarafından hediye edilmişti zaten.
”Sibel, benim Bodrum bardağım kırıldı. Seninki yaşıyor mu?” dersem arkadaşıma, o anlar ne demek istediğimi 🙂
Asıl mesele kendimi yakmaktan kıl payı kurtarmış olmam.
İşte böyle başladı benim Kara Cuma maceralarım 🙂 Arkası da gelebilir.
Yazılarımı bitirip, yürüyüşe çıktığımda, sokak kedileriyle cilveleşirken başıma yine bir kaza gelebilir.
Mesela kara bir kedi tarafından tırmalanabilirim. Sonra yine Şişli Etfal hastanesine gider, kuduz aşısı kuyruğunda sıramı bekleyebilirim 🙂
Alıştım artık, kuduz aşısı sorun değil de, oradaki hemşire çok suratsız. Beni görünce, ”Siz hala sokak kedilerinden uzak durmayı öğrenmediniz mi?” diye bağırmasından korkuyorum 🙂
Neyse korkunun ecele faydası yok. Ben kara cuma günümü dolu dolu yaşamaya devam edeyim 🙂
0 Comments