Deniz Manzaralı Hapishane


0

Sen hastasın!

İlkbahar tam karşında! Sana gülümsüyor…

Dudaklarını yanaklarında hissediyorsun!..

Bahçedeki çiçekleri göremiyorsun, ama kokularını taa iliklerinde hissediyorsun!..

Çaresizsin! Kalkamıyorsun! Hataların seni yatağa bağlıyor…Geçmiş cezalandırıyor…

Yaşamak istemiyorsun!..

Ölümü çoktandır sessizce bekliyorsun! Ama bir türlü gelmek bilmiyor…

Sanki bazı hatalarının bedelini yavaş yavaş tükenerek, acı çekerek, eriyip biterek ödüyorsun…

Oysa sen artık hiçbir şey anımsamak ve düşünmek istemiyorsun.

Olanları…”Yaşandı ve bitti”, diyerek ve gözlerini kapatarak bu dünyadan gitmek istiyorsun…

Kulağına denizin sesi geliyor, kokusu burnunu tırmalıyor. O serin sulara kendini atıp, serinlemeyi; onunla kucaklaşmayı çok istiyorsun!.. Hem de bunu yapamayacağını bile bile…

Sen 2.5 yıldır bu yatağa bağlı yaşadığını hatırlamak istemiyorsun…

Ama her gün bu gerçekle uyanıyorsun ve bu gerçeği değiştirebilecek hiçbir şey yapamıyorsun…

Sinirlenip; bağırıp çağırsan da etrafındaki insanların kalbini kırsan da, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışsan da, bu yataktan kalkamıyorsun…

Yemeğini de yatakta yiyiyorsun, tuvaletini de yatakta yapıyorsun…

Hayatı bu yatak çerçevesinde algılayıp, yaşayabiliyorsun!..

Buna yaşamak denilirse tabii!..

Bu son derece lüks, deniz manzaralı hapishaneden kaçamayacağını çok iyi biliyorsun…

Yalnız değilsin!

Etrafın sana yardım eden, her şeyi senin yerine düşünen ve yapan insanlarla dolu:..Hizmetçiler…Hemşireler…Doktorlar…Aşçılar…Bahçıvanlar…Şoförler…

Hiç akraban yok ve onlar senin her şeyin; gözün, kulağın, elin, ayağın…

Onlarsız bir dakika bile yaşayamazsın!..

Hepsi de genç, hayat dolu, cıvıl cıvıl insanlar…

Bazen onları kıskanıyorsun; gülmelerini, yürümelerini, yemek yemelerini, eğlenmelerini; hayatı yaşamalarını…

87 yaşında olmana rağmen, sen de onlar gibi giyinip gezmek, sevmek ve sevilmek,yani onlar gibi yaşamak istiyorsun…

Bunun imkansız olduğunu görünce de çaresizlikten kalplerini kırıp, seninle birlikte acı çekmelerini istiyorsun!..

Öyle anlarda onları köle gibi görüp, kullanmak istiyorsun!..

Öyle ya! Onlar senin için çalışıyor!..Senin paranla geçiniyor…

Patronluğunu kullanarak gülmelerini, mutluluklarını kısa süreliğine de olsa engelleyip, istediğin her şeyi yaptırıyorsun…

Paranın sayesinde her şeye ve herkese sahip olabileceğini, her şeyi yaptırabileceğini düşünerek; kendini avutmaya, kandırmaya çalışıyorsun!..

Ama paranla sevgiyi, anlayışı ve ilgiyi alamayacağını görünce ve onlara muhtaç olduğunu anlayınca; hastalığın paravanına sığınarak gönüllerini alıp, davranışlarını düzeltmeye çalışıyorsun…

Onlar artık senin kızların, çocukların oluyor ve birlikte paylaşabileceğiniz güzelliklere ve küçücük mutluluklara yoğunlaşıyorsun…

Sen kansersin ve kurtulamayacağını artık biliyorsun!..

Onun ötesinde çok yakında öleceğini hissediyorsun… Sessizce ölümün gelmesini bekliyorsun!..

Artık kanserle savaşamayacağını, onu yenemeyeceğini, paranla sağlığını satın alamayacağını çok iyi biliyorsun!..

Oysa 2.5 sene önce kanser olduğunu öğrendiğinde ona meydan okuyup, yeneceğinden emindin…

Geniş maddi imkanlarının sayesinde en iyi şekilde, en iyi hastanelerde; Türkiye’de ve yurtdışında tedavi olabilmek için tonlarca para döktün…

Kanseri yendiğine inandın! İnandırıldın!..

Ama daha sonra karnında yavaş yavaş ve sinsi bir şekilde büyüyen; vücudunu değiştirip, kemirmeye başlayan kitleleri hissetiğinde kandırıldığını ve kendini kandırdığını anladın…

Tedavi sırasında bir de felç geçirdin ve yatakta yaşamaya mahkum oldun…

Bir daha yürüyemeyeceğini öğrendiğinde yıkıldın.

Elini ayağını hayattan çekip, ölmek istedin… Fakat ne zaman öleceğine kendin karar veremeyeceğini anladığında ise kendince gerçeği kabul edip; bu yatakta, bu deniz manzaralı hapishanede yaşamaya ve ölümü beklemeye başladın…

Korkuyordun! Hem de çok!..

Yalnız kalmaktan, pislik içinde ölmekten korkuyordun…

Sessizlik seni boğmaya başladı…

Sürekli konuşmak istedin… Etrafındaki insanların hep karşında, gözünün önünde olsun istedin…Onlara daha da bir bağlandın…

Artık gerçekten onları sevmeye ve kendi çocukların gibi görmeye başladın…

Sen çok yoruldun!..

Vücudunun yavaş yavaş eridiğini, bir iskelete dönüştüğünü görerek, ölümü bekleyerek geçiriyordun günlerini…

Uzun zamandır değişen mevsimleri fark etmemiştin…

Ama nedense bugün ilkbaharı beyninin, vücudunun her hücresinde hissettin…

Neredeyse aylardır hiç konuşmamıştın…Hayatını değerlendirip, hatalarını düşünmüştün.

Ama bugün canın konuşmak istedi…

Hatta kalkıp, yürüyebileceğini düşündün…

Bahçede çok güzel bir kahvaltı masası hayal ettin… Bütün sevdiğin kızların yanındaydı… Hep beraber gülüp, çay içtiniz…

Sonra yalnız kalmak istediğini söyleyip, onları evlerine gönderdin…

Bahçede biraz daha oturup, denizi seyrettin…

Güneş, kelebeklerle oynuyordu…Bahçedeki kedi de tembellik uykusundan kalkmış, kelebeklerin peşinden koşuyordu…

Deniz coştukça coşuyordu…

Sen kalkıp, koşmak istedin…

Bu deniz manzaralı hapishaneden sonsuza dek kurtulmak…

Sokak kapısını açıp, dışarı çıktığında, yere düştün… Kalkamadın ve ağlamaya başladın…

Sen yalnızdın!..

İlkbahar tam karşındaydı… Sana gülümsüyordu…

Dudaklarını, yanaklarında hissediyordun…

Nefes nefese bir çocuk geldi… Gözyaşlarını silip, sana bir çiçek verdi…

Şaşırıp elini uzattın ve ağlamaya devam ettin…

Çocuk korktu ve kaçıp, gitti…

Sen yine yalnız kaldın…İlkbahar tam karşındaydı…

Gözlerini kapatıp, ölümle kucaklaştın..

 

 

 


Like it? Share with your friends!

0
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir