”İnsanlar hep mutluymuş gibi davranırlar. Dün gece televizyonda seyrettiğimiz film gibi”
Bu kitabı ilk defa seksenli yılların sonuna doğru, Bulgarca okumuştum. Sevmemiştim. İçimi karartmıştı 🙁
Bir hafta önce DNR’da dolaşırken karşıma çıktı. Önce bir durdum. Konusu ve içeriğini hatırlamaya çalıştım, ama sevginin gölgesi bile olmayan anne kız ilişkisinden başka bir şey hatırlayamadım.
Kazuo Ishiguro’nun fazlasıyla beyin jimnastiği yaptıran öykülerini sevdiğimden, bu kitaba bir şans daha tanımak istedim.
Okurken yine içim karardı, ama çok da zevk aldım.
İçimi karartan, ruhumu daraltan ve aynı zamanda hikayedeki mutsuzluğun ve felaketlerin sebebini özetleyen cümleler şunlar:
=”Terbiye, sadakat, bu gibi şeyler bir zamanlar Japonya’yı bir arada tutuyordu. İnsanlar bir görev duygusuyla birbirlerine bağlıydılar. Ailelerine, üstlerine, ülkelerine…
=”Çocuklarıyla, sefil kocalarıyla uğraşmaktan başka bir şey yapmayan o kadar çok kadın var ki, hepsi de oldukça mutsuzlar. Ama cesaretlerini toplayıp da bunu değiştirecek bir şey yapmıyorlar. Yaşamlarının sonuna kadar bu böyle sürüp gidiyor. İnsanların yaşamlarını boşa harcamaları üzücü”.
Bence bu cümleler her okuyucuyu daha çok empati yapmaya, ilişkileri ve yaşananları anlamak, belki de çözmek için düşünmeye davet ediyor.
Çok dolaylı ve üstü örtük bir anlatım söz konusu…
Sinsi bir mide kanaması misali kan damla damla akıp, her tarafa sızarken nabız bir yükseliyor, bir düşüyor. Sonunda da tam bayıltmadan öyle bir sarsıyor ki, her şey donup kalıyor.
Donup kalmamak imkansız. Çünkü anne ve iki kızının iç dünyasındaki yolculuğun hiçbir durağında umut, sevgi ve mutluluk yok. Bence yok 🙁
Zaten olunan kişiyle, olmak istenilen kişi arasında bocalayan; gerçekleri görmek istemeyen, görmemek için sürekli onlardan kaçan bir insan mutlu olamaz ki. Ne mutlu olur, ne de mutlu edebilir 🙂
O yüzden de kendini, kendi içinde ve yaşadığı hayatın içinde yalnızlığa mahkum eder. Üstelik durumun ne kadar hastalıklı olduğunu farkına varır, ama kabullenmekten başka şansı olmadığını düşünmeyi tercih eder 🙁
Kitapta en çok sevdiğim cümle: ”Satranç- tutarlı stratejileri sürdürmek demektir. Düşman senin bir planını bozduysa vazgeçmek değil, hemen bir yenisini yapmak gerekir. Sonunda şah köşeye sıkıştıralana kadar oyun kazanılmış, ya da kaybedilmiş değildir”.
Beni en çok sarsan cümle ise: ”Babam da kendine göre onları özledi. Biliyor musunuz, artık duyabiliyor. Evin ne kadar sessizleştiğini duyabiliyor. Geçen sabah onu uyanmış buldum, bana evin bir mezarı anımsattığını söyledi”.
Okumadıysanız mutlaka okuyun. Okuduysanız da daha iyi anlamak için bir daha okuyun derim 🙂
0 Comments