Psikoterapiyi bir meslekten çok, bir tutku olarak gören Irvin Yalom’un şu sözleriyle yazıma başlamak istiyorum:”Saygıdeğer ve onurlu bir şifacılar birliğine mensup olmak bana hep sıra dışı bir ayrıcalık gibi gelmiştir. Biz terapistler sadece Freud ve Jung’la ve onların tüm atalarıyla başlayan yakın geçmişteki psikoterapist atalarımıza değil, Nietzshe, Shopenhauer ve Kierkegaart, ama aynı zamanda İsa, Buda, Platon, Sokrates, Galen, Hipokrat ve zamanın başlangıcından beri insanın umutsuzluğuna çare olan tüm dini liderlerine, filozoflara ve hekimlere kadar uzanan bir geleneğin parçasıyız…”
Ben Irvın Yalom’u yirmili yaşlarımda keşfetmiştim. İyi bir hikaye anlatıcısı olması, terapilerinin çerçevesini hikayeler üzerinde ve etrafında kurması; hayatın anlamını ve sorunların çözümü de o hikayelerde gizli olduğunu işaret etmesi bana ilginç gelmişti.
Ondan psikoterapiye, insana dair çok şey öğredim , öğrenmeye de devam ediyorum. İnsanları daha iyi gözlemlemeyi, daha dikkatli dinlemeyi ve daha iyi anlamayı onun kitaplarından öğrendiğimi söyleyebilirim.
Yüreğimin ve ruhumun sıkışıp, kendimi çaresiz hissettiğim anlarda onun hikayelerinden kendi şifa yolumu da bulmaya çalışıyorum 🙂
Freud’u, Nietzshe’i, Camus ve Sartre’i sevmeme de sebep olan kişi de odur. Özellikle de Freud’u. Çünkü o da çok iyi bir hikaye anlatıcısıdır.
Irvın Yalom, benim için çok iyi bir terapist, muhteşem bir yazar ve mutlu görünen bir adamdı. Onun çocukluğunu ve özel hayatını hiç merak edip, araştırmamıştım. Taa ki geçen hafta yazmış olduğu ”Ölüm kalım meselesi” ve Ruthellen Josselson’un yazdığı, ”Irvın Yalom: Psikoterapi ve insan olmak üzerine” kitapları okuyana kadar…
Bu kitaplardan sonra onu daha iyi tanıdım ve daha çok sevdim. Çünkü beyninin ve yüreğinin en kuytu ve karanlık köşelerinde gizli olanları gördüm, duydum ve hissettim.
Kalbimin kapısını çalan ilk cümleler şunlardı: ”Çok okurdum ve her türlü kitabı okurdum. Başka bir dünyaya geçmek, alternatif bir dünya yaratmaktı bu. Yani kitaplar benim için arzu edilir bir kaçış niteliği taşıyordu”.
Çocukluğu ile ilgili anlattıkları beni sarstı. Sokakta yürümenin çok tehlikeli olduğu, yoksul bir mahalede, işçi sınıfı bir ailede büyümüş. ”Berbat bir yerde yaşıyordum, her yer fare kaynıyordu. Evimizdeki hamam böcekleri korkunçtu.Gecenin ortasında kalkıp ışığı yakmaktan ve kaçışan büyük hamam böceklerini görmekten korkuyordum. O yüzden hamam böceği fobimi hiçbir zaman aşamadım…”
Etrafında ona örnek olabilecek hiç kimse yokmuş. Anne ve babası hiç kitap okumayan, ”dar kafalı insanlarmış”. Hiç arkadaşı da yokmuş. Daha doğrusu arkadaşlarının çoğu ”siyahi çocuklar”mış ve annesiyle babası onları eve getirmesine izin vermiyorlarmış. O yüzden de her türlü açlığını kitaplara sarılarak gidermeye çalışmış: ”Entelektüel yaşam, edebi yaşamdı beni çeken. Kendimi bildim bileli okumaya doymayan biriydim ve o dünyaya bir giriş yolu bulmak istiyordum. Tolstoy’un dünyasına girmek istiyorsam bunun tek yolunun tıp fakültesinden geçtiğini düşünüyordum…”
Ne zaman doktor olmaya karar verdiğini ise şöyle anlatıyor Yalom: ”Ondört yaşındayken babam kalp krizi geçirdi. Annem kendini kaybetmişti ve telaş içindeydi, ayrıca çoğu zaman yaptığı gibi suçlayacak birini arıyordu ve o da bedim. Bana, ‘onu sen öldürdün’ diye bağırıyordu. ‘Sensin bunun sorumlusu. Davranışların ve başını belaya sokman neden oldu buna…”
Ondört yaşındaki bir çocuğun altından zor kalkabileceği bir yüktür bu bana göre (:
Zaten onun hayatını okurken en çok da sevgisiz ve yalnız büyümesine üzüldüm. Ama Yalom çocukluğundaki bütün olumsuzlukları birer avantaja dönüştürmesine de hayran oldum. Sevgiyi kitaplardan öğrenen bir çocuk olmasına rağmen daha sonra dünyadaki bütün insanlara anlayış, güven, huzur ve şifa dağıtıyor.
Hayatındaki en önemli dönüm noktasını şöyle anlatıyor: ”Ben içine kapanık, inek bir öğrenciydim ve her zaman kendimi çirkin hisseder, görünüşümden utanırdım. Kolejde anonim bir öğrenciydim. Hocalarımın hiçbiriyle kişisel bir irtibatım yoktu. Tıp fakültesinde de bir hocayla sohbet ettiğimi hatırlamıyorum. Fakat Psikiyatri dersi aldığım sırada bir dönüm noktası yaşadım…”
Ruthellen Josselson da dediği gibi, ”Bu dönüşümün sayesinde bütün dünya onun öyküleştirilmiş terapi formatından, felsefe ve büyük edebiyat eserlerinin bilgeliğiyle çevrelenmiş hikayelerden birçok şey öğrendi…”
Yalom’un hikayelerinden bu kadar bahsettikten sonra, bir örneğini paylaşmak iyi olur bence…
Irvın Yalom bir Ermeni yemek pişirme kursuna katılmış ve ingilizcesi iyi olmayan hoca yemeklerin yapılışını daha çok gösterme yoluyla öğretiyormuş. Yalom ne kadar uğraşırsa uğraşsın yemeklerini hocanınkiler kadar lezzetli yapamıyormuş. Hocasını daha dikkatli izlemeye başlamış ve bir derste kadının, hazırlığını bitirdikten sonra yemeğini fırına koyması için hizmetçisine verdiğini fark etmiş. Hizmetçi kadını gözlemlerken, bu kez onun yemeği fırına vermeden önce üzerine canının istediği çeşitli baharatlardan avuç avuç serptiğini görerek hem şaşırmış, hem bilgilenmiş 🙂 Bu eklemeleri terapistlerle hastaları arasında geçen, teorik tarifleri içinde kavramsallaştırılmadıkları için fark edilmeyen etkileşimlere benzetmiş ve bu eklemeler , insan varoluşunun ortak meselelerini ifade ettiğine karar vermiş…
Yazılacak çok şey var ama ben yazımı Irvın Yalom’un sözleriyle noktalamak istiyorum: ”Eğer hayatta oluşumuz, dünyada varoluşumuz üzerine düşünür, diğer tüm dikkat dağıtıcıları, önemsiz meseleleri bir kenara koymaya çalışır ve endişenin çıkış noktası olan o temele inmeye çalışırsak belli birtakım kaygılara varırız: Ölüm, anlamsızlık, yalnızlık ve özgürlük. Ben her zaman bu kavramlarla düşünüyorum. Onları çok ciddiye alırım…”
0 Comments