Bir Koltuğun anıları-1


0

Hüzünle dökülen yaprakların yerde oluşturduğu şekillere bakarken, sessizliği yırtarcasına delen bir iniltiyle irkildi yaşlı ağaç…

Kendini unutup, sinirle sallanarak kendi kendine konuşan koltuğa doğru başını çevirdi.

‘’Çok yoruldum, çok… Hayattan, insanlardan, gördüklerimden, duyduklarımdan ve tahmin ettiklerimden… Nefes alamıyorum! Gitmek istiyorum buralardan…’’

‘’Hayrola dostum? Ne oldu sana birden bire böyle? Daha birkaç gün önce buraları ne kadar sevdiğimizi konuşmadık mı? Ömrümüzün son baharını hep beraber burada geçirmeye karar vermedik mi? Beni yalnız bırakmaya mı niyetleniyorsun?..’’ diye endişeyle sordu yaşlı ağaç.

‘’ Dayanamıyorum dostum, dayanamıyorum… Belleğimi susturmak, hatta yok edip, sonsuza kadar ondan kurtulmak; sessizliğin içinde eriyip, huzura kavuşmak istiyorum…’’ diye cevap verdi koltuk.

Rüzgar, onu söylediklerini duymuş ve acısını yavaş yavaş savurmak istercesine hafifçe esmeye başladı.

‘’ Sana hak vermiyor değilim. Kimler geldi, kimler geçti hayatından… Kiminin sevincini, kiminin mutsuzluk ve çaresizliklerini; kiminin ise sırlarını dinledin. Kolay değil bu yükü taşımak. Keşke sana yardım etmenin bir yolunu bulabilsem…’’ diye üzgün üzgün konuştu yaşlı ağaç.

‘’ Anlat, anlat, içini boşalt, rahatlarsın!..’’ diye cıvıldadı kuşlar.

‘’ Hangisini anlatsam, nerden başlasam ki? ‘’ diye mırıldandı sallanan koltuk.

‘’ Belki de seni en çok etkileyen, mutlu eden veya en çok üzen kişiyle başlamalısın’’ diye tavsiye etti ağaç.

Rüzgar esmekten, yapraklar da dökülmekten vazgeçip, sessizliğe bürünen ve dinlemek için hazırlanan kuşlara katıldı.

Sallanan koltuk, karşısındaki dağlara dalgın dalgın bakarak anlatmaya niyetlendi…

 

KİLİMİN     MOTİFLERİNİ     EZBERLEYEN     KADIN

 

Antikacıdan alınıp, Ortaköy, Papatya sokak, Sevda apartmanına götürüldüğüm günü dün gibi hatırlıyorum.

Kapıdan girer girmez, kendimi sevgi bulutu içinde buldum sanki…

Dört duvarı kaplı kitaplarla bir odaya yerleştirildiğimde ise mutluluktan havalara uçtum.

Benim en sevdiğim koku kitap kokusudur, çünkü ömrümün büyük bir kısmını kütuphanelerde geçirdim…’’ diyerek kendi kendine gülümsedi sallanan koltuk.

‘’ Hadi, ama artık bize arkadaşını anlat! Meraktan çatladık…’’ diye sitem etti kuşlar.

‘’ Tamam, tamam başlıyorum size Necla’yı anlatmayı…’’ diyerek  kendini toparladı koltuk.

‘’ Onunla sadece on, on beş gün kadar birlikte olduk, ama bir ömre sığıdıracak şeyler paylaştık.

Necla, edebiyat mezunu, birkaç dil bilen, sanatın her dalına aşık bir kadındı. Seksen yaşında olmasına rağmen hala çok güzel bir kadındı.

Zamanın çoğunu klasik müzik dinleyerek ve yazı yazarak geçiriyordu.

Uzun uzun düşünerek, bazen gülümseyerek, bazen de ağlayarak yazdığı satırları herkesten köşe bucak saklıyordu.

Deliler gibi aşık olup, altmış yıl evli kaldığı kocasına; canından çok sevdiği kızlarına da yazdıklarını göstermiyordu. Nedenini sorduklarında ise :

‘’ Ben öldükten sonra okumanızı istiyorum. Sabırsızlanmayın! Fazla zamanımın kalmadığını biliyorsunuz. En azından son günlerimi istediğim gibi geçirmeme müsaade edin. Sadece sessizlik istiyorum…’’ diye cevap veriyordu.

‘’ Sessizliğin aslında bir çeşit konuşma sanatı’’ olduğunu ondan öğrendim.

Benimle sessizliği yudumlayıp, paylaşarak yaptığı konuşmaları asla unutamam.

Hele hele pencere kenarına oturup, bana yaslanarak Boğaz’ı seyrederken yüreğinden akanları bir ömür boyu yanımda taşıyacağım.

Yaşanmış güzellikler arasında can çekişen umutların ve suçlarcasına isyan eden gerçekleşmemiş hayallerin sesi hala kulağımı tırmalar…

Bazı insanlar hayatımıza çok kısa süreliğine girer, ama çok derin izler bırakır.

Paylaştıklarınızı isteseniz de unutamazsınız. Hep yanınızda, yüreğinizde taşırsınız onları. Hatırladıkça yüreğiniz ısınır, hatırladıkça yaşarsınız, yaşadıkça da yaşatırsınız sizi etkileyen o güzel insanı…

Necla’yla geçirdiğim her dakika benim için unutulmazdı, ama o son gece olanlar gözümün önünden hiç gitmeyecek…

Yazdıklarını tamamlamış olmanın mutluluğu gözlerinden okunurken, solgun yüzünden yorgunluk akıyordu.

Güçlükle nefes almasına rağmen, kocasını ve kızlarını yanına çağırdı.

‘’ Veda zamanı geldi. Size teşekkür etmem için bir sebep yok. Çünkü siz değil, ben hayatımı size adadadım!

Ben ünlü bir diplomatın karısı ve iki kıymetli dekanın annesi olarak çok başarılı bir hayat yaşadım.

Kocamın gizli ve zor görevlerine destek oldum; gereken yerlerde, gerektiği gibi temsil ettim.

Çocuklarımın eğitimi ve kariyeri için elimden gelen en iyisi içini yaptım.

Ailemi mutlu etmek için kendi hayatımdan vazgeçtim. Siz başarı peşinde koşarken, ben evde oturup sizi bekledim. Beklerken de kilimin motiflerini ezberledim.

Benim hayatımın sahnesi o kilimdi ve yine o kilimde oyunun son perdesi tamamlanacak. Hoşçakalın!..’’ dedikten sonra oturduğu yerde derin bir uykuya daldı.

Derin bir sessizlik ortalığı kapladı…

Kuşlar ağladıkları görülmesin diye dalların arasına saklandı. Rüzgar ise sanki toz olup, kayboldu.

Yaşlı ağaç iç çekerek: ‘’…Sonrasını da merak ediyorum, ama şu an başka bir şey duymak istemiyorum dostum…’’ dedi.

Sallanan koltuk ise :’’ Ben de çok yoruldum. Sonbahar daha yeni başladı. Konuşmak için çook zamanımız olacak…’’ diyerek dinlenmeye çekildi.


Like it? Share with your friends!

0
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir