”Yavaş yavaş ölürler”


-1

Okuduğum kitapta Pablo Neruda’nın ”Yavaş yavaş ölürler” şiiri karşıma çıkınca dikkatim dağıldı ve zihnim anılarım arasında dans etmeye başladı. Davetsiz misafir misali karşıma yerleştiler, sorular sorup beni kışkırttılar..

İlk önce karşıma vicdanında hiç, ama hiç hoşgörü barındırmayan birisi yerleşti…

”Öldü gitti işte. Boşuna yaşadı. Beynini hiç kullanmadı. Hiçbir baltaya sap olamadı. Boşuna kürek salladı bu hayatta ve hiç bir şey olamadı” dedi. İki saat önce gömülen sevdiğim birisi için kurdu bu cümleleri.

Gözlerinin içine baktım ve hiçbir şey göremedim. Yüzünde ise hiçbir duygu kırıntısı yoktu. O yüzden de ”ne oldu” meselesini onunla tartışmaya girişmedim bile. Çünkü onun ”oldu” kavramı ile benim ”oldu” kavramımın hiçbir yerde buluşma ihtimali yoktu.

”Sen oldun da ne oldu? Kime göre, neye göre oldun?” demek anlamsız geldi. İyi bir iş, eş, ev, çocuklar, markalı elbiseler, pahalı mekanlarda takılmalar, beş yıldızlı otellerde tatiller mi bir insanın ”olduğunu” gösteriyor demeye niyetlenmedim bile.

Asırlardır her gün aynı şeyleri yapmaktan, her gün aynı cümleleri kurmaktan sıkılmayan; katı alışkanlıklarının dışına asla çıkmayan; hayatı boyunca sadece iki- üç kitap okuduğunu ve hayata dair her şeyi bidiğini düşünen bir insana ne söylense boştur zaten.

Onun yerine siyahlar içinde hayalet gibi görünen başka bir yakınım oturunca irkildim. Kırk yıldır değişmeyen siyah saç rengi, siyah göz kalemi ve simsiyah elbiseler. Her zaman olduğu gibi yine ailesinin olmasını istediği kişi olmaktan ne kadar yorulduğunu anlatmaya başladı. Yine ortada olmayan koca adayları ve gizli gizli yaşanan ilişkiler için gözyaşları dökülmeye başlandı…

”Ben evlendim de ne oldu” diye araya girdi başka bir yakınım. ”Yalnızlıktan ve mutsuzluktan ölüyorum. Taş kalpli adam, hem var hem yok. Çürük beyinli” diye ekledi. Mutluluğu kocasının istediklerini yapmaktan ve yıllarca gece yarısına kadar eve dönmesini beklemekten ibaret sanan bir kadın. Dizileri örnek alıp, kendi hayallerini bile kurmaya üşenen bir kadın…

”Allah’ım 50 yaşıma geldim, ne hayatı ne de insanları anlamayı öğrendim” diye isyan etti bir arkadaşım.

Saçlarını kısacık kesmiş, sırt çantasını hazırlamış. Yine bir yerlere gitmeye kararlı gibi…

”Daha çok gezmeliyim, daha çok okuyup, daha çok düşünmeliyim. Öğrenmek istediğim daha o kadar çok şey var ki… Yavaş yavaş ölmektense, yollarda ölürüm” diyerek göz kırpıp çıktı.

Evet, şairin dediği gibi ” yavaş yavaş ölürler” beynini kullanmayanlar. Ama en kötüsü de beyin ölümü gerçekleşmiş halde yaşayanlardan olmak için direnmektir galiba 🙂

Pablo Neruda’nın şiiri bana bunları düşündürdü ve bu satırları yazdırdı. Bakalım siz ne düşüneceksiniz 🙂

Yavaş yavaş ölürler – Pablo Neruda

Yavaş yavaş ölürler

Seyahat etmeyenler.

Yavaş yavaş ölürler

Okumayanlar, müzik dinlemeyenler.

Vicdanlarında hoşgörü barındırmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Alışkanlıklarına esir olanlar,

Her gün aynı yolu yürüyenler,

Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,

Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile giremeyenler,

Bir yabancı ile konuşmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Heyecandan kaçanlar,

Tamir edilen kırık kaplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek

istemekten kaçanlar.

Yavaş yavaş ölürler

Aşkta ve işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,

Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,

Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına

çıkmamış olanlar.


Like it? Share with your friends!

-1
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir