Mutlu bir heyecan havası sarmıştı etrafı…
Kuşlar daldan dala zıplayarak şarkılar söylüyor, rüzgar ise gülümseyerek onlara uyum sağlamak istercesine hafif hafif esiyordu.
Güneş, çekiciliğinden ve güzelliğinden emin olmasına rağmen, bulutların iltifatlarını duydukça daha da bir coşuyor ve onlarla cilveleştikçe cilveleşiyordu.
Çiçekler de onlara baktıkça daha da bir güzelleşiyordu. Böcekler olup biteni anlamak için şaşkın şaşkın bakınarak, ne yapacaklarına karar veremiyorlardı.
Karıncalar ise hummalı çalışmalarına ara verip, o gün düzenlenecek eğlenceye katılmak için süsleniyordu.
Yaşlı ağaç derin bir oh çekerek, kendi kendine söylendi: ‘’Bir daha şarkı söyleyebileceğimi sanmıyorum…’’
‘’Hayrola dostum? Bu güzel günde hüzün içinde boğulmak ister gibi bir halin var. Nerden çıktı bu şarkılara küsme durumu?’’ diye sordu sallanan koltuk.
‘’Bir zamanlar çok güzel şarkı söylerdim, çünkü sesim kalbimden yükseliyordu. Ama sonra kalbimi paramparça eden şeyler yaşadım ve şarkılara küstüm. O parçaları bir araya getirmek için çok uğraştım. Yapamayınca da, kalbimin bir daha müzikle dolmayacağını kabullenmek zorunda kaldım’’ diyerek, sinirle dallarını silkeledi ağaç.
Akan gözyaşlarının görülmesini istemiyordu. Bu güzel günde kimsenin keyfini kaçırmak ve eğlencenin havasını bozmak istemiyordu.
‘’Yapma dostum! Bugün yeni bir yıla giriyoruz. Yüreğimizi sıkıştıran ve ruhumuzu daraltan her şeyden kurtulma, temizlenme zamanı. Yeni umutlar ekerek, yeni mutluluklar yaşama ve hayata yeniden başlama zamanı.
Rüzgar kıkırdayarak, ‘’Bana ihtiyacınız var galiba… Hemen esip, süpürürüm sizi mutsuz eden şeyleri!’’ dedi.
‘’Her yılbaşı aynı şeyleri istemekten, umutlanmaktan ve boş ellerle beklemekten yoruldum ve beklerken de yaşlandım arkadaşlar!’’ diye cevap verdi yaşlı ağaç.
‘’Bu güne kadar yanlış şeyler isteyip, boşuna beklemiş olabilirsin’’ dedi Güneş. Yaşlı ağacın yüreğini ısıtıp, neşelendirmek istercesine dalların arasına sokuldu.
‘’Beni gıdıklıyorsun ama’’ diye önce huysuzlandı ağaç, sonra da katıla katıla gülmeye başladı.
‘’Bu halinle bana birini hatırlatıyorsun yahu! Her sene aynı şeyleri dilemekten vazgeçmeyen ve aynı hataları yapıp, yalnızlık ve mutsuzluk içinde debelenen bir kadın’’ dedi sallanan koltuk.
‘’Anlat o zaman hikayesini bana. Belki onun hatalarından ders çıkarırım’’ diyen ağaca kuşlar karşı çıktı: ‘’Yeter ya! Bozmayın neşemizi! Mutsuz hikayeler dinlemek istemiyoruz.’’ diye sitem ettiler.
‘’Söz neşenizi kaçırmayacağız! Hem siz dinlemek zorunda değilsiniz. Gidin, yılbaşı partisi için hazırlıklarınızı yapın!’’ dedi ağaç.
‘’Tamam, sizi rahat bırakacağız, ama bir şartla. Akşam partiye siz de katılıyorsunuz ve hep beraber eğlenerek yeni yıla giriyoruz. Hüzün yok! Tamam mı?’’ diye kaşlarını topladı Güneş.
‘’Öyle olsun bakalım! Şimdi bizi dostumla rahat bırakın! Merak ettim ben bu kadının hikayesini’’ dedi yaşlı ağaç ve dinlemeye hazırlandı…
BİR KADIN EVDE NASIL KALIR
‘’Sırma, kırklı yaşların başlarında, kendisine ve çevresindeki herkese evde kalmış, sevimsiz, huysuz, beş para etmez biri olmadığını ispatlamak için kendini parçalayan bir kadındı.
Karlı, soğuk mu soğuk bir yılbaşı günü onunla tanıştım. Çılgın bir alışveriş sırasında antikacıda beni keşfedip, astronomik bir rakam ödeyerek eve götürmüştü.
Çok güzel, kibrit kutusu kadar küçük, ama zevkle döşenmiş bir evi vardı.
Bir insanın kendi içinde bulamadığı şeyi, gidip dünyanın dört bir yanında arasa da bulamayacağını o eve girdiğim gün öğrendim.
Evini dolaştığı ülkelerden aldığı küçük küçük süsler ve çok güzel tablolarla donatmıştı. Her şeyi yeri milimetrik olarak hesaplanmış, muhteşem bir uyum sağlanmıştı.
Ama bütün bu güzelliğe rağmen, yalnızlığın ve mutsuzluğun yüksek sesle konuşup, ağladığı bir ortamdı.
O Evde kaldığım süre boyunca çok mutsuz oldum. Hayata küsüp, boş boş ömrümü tükettim. Hani, ‘’Çaresiz kurban yolunu göremez’’ derler ya… Sırma da mutluluğu yakalayabilmek adına çaresizce çırpınıyor, ama çırpındıkça da hata yaptıkça yapıyordu.
Aile kurmak, çocuk doğurmak istiyor, ama kendini hep evli erkeklerin kollarında ve yataklarında buluyordu.
Gençliğinde kolayına giden, hatta tercih ettiği bir şeydi bu. Sıkıntı çekmeden, yorulmadan ve kendini köle gibi kullandırtmak yerine, o erkeklerin ilgilerinden ve cüzdanlarından faydalanıyordu. Her istediği alınıyor ve fazlasıyla şımartılıyordu.
Ayrıca birlikte olduğu erkeklerin eşlerini, kıskançlıktan çıldırtmayı da çok seviyordu. Onlara meydan okuyup, kocalarını ellerinden alarak, psikolojik bir tatmin yaşıyordu…
Birkaç adamın yuvasının yıkılmasına zevkle sebep olmuştu, ama boşanmalarından sonra da onları terk etmişti.
Hayatına giren erkeklerin haddi hesabı yoktu… Hepsini sevmiş miydi? Elbette ki hayır…
Sözüm ona hep sevgi arıyordu, ama kendini hep hiçbir şey hissetmediği adamlarla sevişirken buluyordu.
Bilmiyordu ki insanın içinde olmayan bir şeyi, başkasında bulamaz. Yüreğinde sevgi olmayan, kendini sevmeyen bir insan başkasını da sevemez…
Gerçi o bir kez sevmişti, hem de deliler gibi sevmişti. Onun için yaptığı ve yapmak istediği her şeyden vazgeçmek için elinden geleni yapmıştı. Ama yine de olmadı.
Deliler gibi aşık olduğu adam, karısından vazgeçemeyeceğini anlamış ve ona geri dönmeden önce Sırma’ya, ‘’Kadınlığı olmayan bir kadınla yatmak, bir kadınla yatmak değil canım! Ayrıca sen mutlu etmeyi öğrenemezsin. Sen sadece istiyorsun, çünkü içindeki şeytanın susuzluğu kanacak gibi değil…’’ demişti.
Bu sözler onu daha da hırçınlaştırdı ve erkeklere karşı daha da acımasız yaptı.
Yatakta onları tatmin ederek, canlarını acıttıkça acıttı, istedikçe istedi. Ama yalnız kaldığında kendini kandırmaktan ve mutluluk hayalleri kurmaktan da vazgeçmedi. Özellikle de yılbaşı gecelerinde…
Her yıl aynı dilekleri diler; kendine mutlu olmak, aile kurup, çocuk doğurmak için elinden geleni yapmak için söz verirdi. Ama o sözler o gecede kalır, ertesi sabah ise hayatına bıraktığı yerden devam ediyordu…’’ diyerek sözünü tamamladı sallanan koltuk.
‘’Emerson boşuna, ‘Doğa aptal insanları cezalandırmaya bayılıyor’ dememiş dostum. Gerçi senin Sırman işi doğaya bırakmayıp, kendi işini kendisi halletmiş.
İnsanın kendi çekmecelerini açması, kendisi hakkında daha çok şey öğrenmesidir. O kendi çekmecelerini hiç açmamış, çünkü kendisini görmek midesini bulandırıyormuş’’ dedi yaşlı ağaç.
‘’Kim bili belki de Sırma, tıpkı İspanyol atasözünün dediği gibi, ‘’Yaşamdan istediğini al ve bedeli öde’’ dersini öğrenmeliydi. Öğrendiğinde her şeye geç kaldığını anlasa bile…’’ dedi koltuk.
‘’Parti başlıyor!’’ diye bağıran kuşların sesi konuşmalarını noktalamak zorunda olduklarını hatırlattı.
‘’Mutlu yıllar! Sizi seviyorum! Daha uzun yıllar hep beraber bu güzelliği yudumlamak istiyorum!’’ diye bağıran rüzgar, ortalığı sarsarak esmeye başladı.
Bu sarsılmanın sayesinde yaşlı ağaç ve sallanan koltuk bütün olumsuz düşüncelerden kurtulup, parti havasına girdiler.
Herkes, kuşların söylediği şarkılara eşlik etmeye başlayınca da yılbaşı partisi başlamış oldu 🙂 🙂 🙂
0 Comments