‘‘Öylesine yaşamaktansa, işi bitince ölmeli insan. Ölümü beklememeli. Hele öldüğünü bile bile beklemek en kötüsü”
Bu kitabı üniversite yıllarında keşfetmiştim. Türkiye’ye yeni gelmiş, önüme çıkan her Türk yazarı okumak ve anlamak için can atıyordum. Nedense kitabın başlığı bana Kafka’yı anımsatmıştı.
Büyük bir merakla okumaya başlamış, ama türkçem yeterli olmadığı için sıkılmış ve yazarın derdini tam olarak anlayamadığım için üzülmüştüm.
Sonra ”Böcek” benim en sevdiğim kitaplar arasında yer aldı 🙂 Tekrar tekrar okumaktan zevk aldığım, her okuduğumda Recai Komiserin iç dünyasında dolaşırken farklı şeyler öğrendiğim ve insanları daha iyi anlama yollarını keşfettiğim bir kitap 🙂
Çocukluğundan beri yaşadıklarının etkisiyle, etrafındaki herkesi yok edilmesi gereken bir böcek gibi gören, ama ölüme beş kala hayatının muhasebesini yaparken aslında kendisinin de böcekleştiğini fark etmesi; böcek olmaktan kurtulmak için çırpınması, ama ne yazık ki insan olmak için geç kaldığını görerek ölmesi beni her defasında sarstı.
Doğar doğmaz, ya da belki de daha doğmadan hayatın kıyısında yaşamaya mahkum edilmesine rağmen çırpınması, ”Direnmeye çalışıyordu. Sertleşiyor, her gün biraz daha inatlaşıyordu yazgısını yenmek için. Hükümlü olduğunu bile bile her gün biraz daha saplandığı çıkmazdan değil kurtulmak, tersine daha çok batmak için gözlerini bağlamayı yeğliyordu”.
Erhan Bener, öz annesi tarafından bile sevilmemiş bir erkek çocuğun, hayatı boyunca kadınları sevme şansı olmadığını çok güzel anlatmış, ”Başta annesi olmak üzere, tanıdığı tanımadığı bütün kadınları kocaman bir katran kazanı içine attığını düşlüyor. Kendisi İblis resimlerindeki gibi, elinde üç çatallı sopa, durmadan karıştırıyor katran kazanını”.
Ama aynı zamanda kendisini de yakmak istiyor, çünkü ”Aynı pisliğin, kokuşmuşluğun kendi içinde de olduğunu biliyordu, içinde ve dışında. Düşlerinde. Özellikle düşlerinde”.
Yazar bir taraftan Komiser Recai’den nefret ettirmek için elinden geleni yaparken, diğer taraftan da acı içinde kıvranan onun yumuşacık yüreğinin haykırışlarını da duymamızı sağlıyor. Sonra da satır aralarından sızan sevgi açlığını fark ederek, onun için üzülmeye, hatta belki de onu sevmeye başlayabileceğimizi gösteriyor: ”Bağıra bağıra yaşamak istiyor şimdi. Bomboş geçmiş yaşamına. Anlamsız ölümüne. Kimse ağlamayacak arkasından. Bunu ne kadar önemsemediğini söylemiş olsa da, şimdi önemsediğini biliyor. İnsanın yaşadığına inanması için ve ona bir değer vermesi için, ölümünden sonra arkasından birilerinin ağlayacağına inanması gerektiğini düşünüyor”.
Bu satırlardan sonra insanın içinden uzun süre susmak ve düşünmek geliyor…
Okumadıysanız okuyun. Okuduysanız da bir daha okuyun derim 🙂
0 Comments