Eylül 1995… Yer Silvan, Diyarbakır…
İstanbul’un iyi okullarında okumuş, hayattan ve memleket meselelerinden bihaber 23 yaşındaki bir öğretmen adayı, üniversitede fizik okumasına rağmen, sınıf öğretmeni olarak atanır 🙁
Terör olayların göbeğinde, Diyarbakır’ın o küçücük kasabasında, öğrendikleriyle kişisel tarihini yazan gencecik bir kadın.
Bilmediği, belki de bilmek istemediği bir yaş grubu çocuklarına okuma yazma öğretirken, gerçek hayatı öğreniyor.
İstanbul’dan çok başka bir hayatı anlamak için çırpınıyor, sessizce konuşan korkuları öğreniyor, her köşede ölümü bekleyen o mutsuz insanları anlamaya çalışıyor…
Otuz iki küçük Kürt çocuğun kara tahtasından ve adam gibi adamın kırılmış kalbinden geçerek, kendi yolunu buluyor.
Bulurken de çok şey öğreniyor…
Her iki tarafın da anlaşılmak istediğini ve bunun da iki dilin birbirine eklenerek olabileceğini anlıyor.
Ama gözlerinden hikayeler geçen adamla dilini ve gözlerini birbirine eklemekten vazgeçiyor . Onu çok sevmesine rağmen, ondan ayrılıyor 🙁
Ağlayarak gittiği Diyarbakır’ı ağlayarak terk ediyor 🙁 Yüreğinin bir parçasını orada bırakarak 🙁
Ben bu kitabı bir nefeste okudum ve bitince, bittiği için üzüldüm 🙁 🙁 🙁
Anneden öğrenilen kelimeleri gece yatmadan bir deftere not etmenin ve her fırsatta dilini yaşatmak için konuşmak zorunda hissetmenin nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istiyorsanız, mutlaka bu kitabı okuyun 🙂
Çünkü ”Dilin yoksa, yalnızsın”…
0 Comments