Neredeyse 10-15 yıl olmuş Thomas Mann’dan bir şeyler okumayalı. Ne büyük bir kayıp benim için 🙁
Ben aslında kısa öykü okumayı severim. Nedense uzun öyküler beni sıkar biraz. Dağılırım…
Ama bu kez öyle olmadı 🙂
1912 yılında yayımlanan bu öyküsünde yazar sanat ve sanatçı kavramını ele alıp, aşk ve ölüm çerçevesinden bunu değerlendirmeye bizi davet ediyor…
”Sanatçının sırrını kim çözer? Sanatçıyı oluşturan azgınlıkla disiplin, içgüdülerin sımsıkı kaynaşmasını kim kavrar?” soruların cevabını hep beraber bulmaya davet eder.
Son derece disiplinli, hayatı sadece çalışmaktan ibaret olan ünlü ve yaşlı yazar, genç Tadzio’nun Yunan tanrılarını andıran olağanüstü güzelliğinden büyülenir ve tutkunun esiri olur.
İradesi yavaş yavaş gevşer, ruhu altüst olur ve yavaş yavaş bütün ahlak değerleri çöker.
Ama ne yazık ki bu hastalıklı platonik aşkı onun sonu olur…
Tutkularına yenik düşen kahramanımız, kenti saran salgın ve hastalıklardan kaçmak yerine, ölüm arzusuna teslim eder kendini.
Aşkın peşinden gitmenin mutluluğu ile son nefesini verir.
Hiç kimsenin onu yargılamasına veya anlamasına fırsat vermeden…
Çünkü onun için tamamen duygu olabilen düşünce,tamamen düşünce olabilen duygu, yazar için bir mutluluktur…
Okumadıysanız okuyun derim 🙂
0 Comments