Nefes nefese kalmıştı koşmaktan.
Kalbi sanki boğazında atıyordu… Ayakları titriyordu…
Elini kaldırdı, ama otobüs şoförü onu umursamadan gaza basıp gitti.
Sinirden ağlamak üzereydi. İşe geç kalacaktı.
Çaresiz etrafına bakındı. Durakta ondan başka kimse yoktu.
Etraf karanlık, hava soğuk mu soğuktu.
Bu dengesiz kişilikteki şehirden bugün de lanet etmek için bir sebep doğmuştu.
Gerçi bugün her şeye lanet etmek için geçerli sebepleri vardı.
Gece doğru dürüst uyuyamamıştı.
Yatmadan önce Selim’le kavga etmişti. Neden kavga ettiğini hatırlamıyordu, ama haklı olmamasına rağmen söylendikçe söylenmişti.
Özür dilemek yerine de yastığını alıp, salona yatıp uyumaya çalışmıştı.
Kabuslar eşliğinde kıvranıp durmuştu ve sabah ona haber vermeden, onu öpmeden çıkmıştı.
Eskiden Selim’i öpmeden güne başlayamazdı, ama bugün ona kızgındı ve haklı olup olmaması da önemli değildi…
Son zamanlarda zaten hiçbir şey yolunda gitmiyordu.
İşyerinde mutsuzdu.
Saçma sapan sorunlardan canı sıkılıyor ve çalışmak yerine etrafa boş boş bakarak, zamanı tüketiyordu.
”Benim küçük cennetim” dediği evinde ise daha çok bunalıyordu.
Duvarlar sanki üstüne üstüne geliyordu ve ne yapsa huzur bulmuyordu.
Müzik dinleyemiyor, kitap okuyamıyor… Karanlıkta oturup Selim’in eve gelmesini bekliyordu.
Son zamanlarda Selim de bir garipti doğrusu…
Eve geç geliyor, onunla ilgilenmiyor ve pek fazla konuşmuyordu.
Yorgun olduğunu, şirkette vergilerle ve bazı ödemelerle sorunları olduğunu geveleyip duruyordu.
Böyle bir durumda kavgalar da kaçınılmaz oluyordu. İncir çekirdeğini doldurmayacak sebepten dolayı kavga edip, günlerce konuşmuyorlardı.
Değil sarılmak, sevişmek, birbirlerinin yüzlerine bile bakmıyorlardı…
Bunları düşünürken hava aydınlanmaya başlamıştı bile.
Nihayet bir otobüs geldi.
Trafik olmadığı için 15 dakika sonra Merter’in girişindeydiler.
İnmeye hazırlanırken duraktaki kalabalık dikkatini çekti.
Yarım saat önce yetişip, binemediği otobüsü hurda halinde görünce ürperdi.
Etrafına bakmadan, kaç ölü ve yaralı olduğınu düşünmeden hemen uzaklaştı.
İşyerine girince önce kendine bir kahve yaptı. Arkadaşlarının makaj malzemelerini kullanarak kendine çeki düzen vermeye çalıştı.
Ama işine konsantre olamıyordu.
Aklı sabahki kaza ile Selim arasında gelip, gidiyordu.
Akşamki kavgadan sonra onunla barışmadan, ona sarılmadan, ne kadar sevdiğini söylemeden ölme fikri onu çok korkutuyordu.
Hemen şimdi arayıp özür dilemek, konuşmak, onu görmek istedi ama vazgeçti.
Telefonla bu işi çözmek yerine daha güzel bir yol vardı.
İzin alıp, erkenden eve gitti. Alışveriş yapıp, Selim’in en sevdiği yemekleri pişirdi.
Evi toparladı. Yemek masasına çiçek, mum ve şarap koymayı da unutmadı.
Neşelenmişti… Müziği açtı. Güzel bir elbise giyip, süslendi…
Saat sekiz olmuştu bile… Selim nerdeyse gelirdi…
Işıkları kapatıp, mumları yaktı ve heyecanla Selim’in kapıyı açmasını bekledi…
Bir saat kadar bekledi, ama Selim gelmedi.
Tedirgin olmaya başladı. Telefon etmek istedi, ama yine vazgeçti.
Kavga etmek, onu kırmak istemiyordu. Bekleyecekti…
Oyun oynayarak zaman öldürmek niyetiyle bilgisayarı açtı.
Selim’in son zamanlarda eve hep geç geldiğini ve gelir gelmez çalışma odasına kapanıp, bilgisayar başına oturduğunu hatırladı.
İçini bir şeyler kemirmeye başladı. Son günlerde internette girdiği siteleri araştırmaya başladı. Gördükleri onu çok şaşırttı…
Neredeyse bir buçuk aydır Selim sadece kanserle ilgili, özellikle de meme kanseri ile ilgili sitelere girmişti. Yazılar indirmiş, e-mailler göndermişti.
İçini kemiren kurt iyice hareketlendi.
Artık aldatıldığına emin olmaya başladı…
Selim’in hayatında başka bir kadın vardı ve muhtemelen kadın da meme kanserine yakalanmıştı.
Demek Selim’in morali o yüzden hep bozuktu ve onunla değil ilgilenmek, konuşmaya bile tenezül etmiyordu…
Gözyaşlarını silip, bir sigara yaktı.
Ağlamayacaktı… Aldatıldığı için üzüldüğünü asla belli etmeyecekti. Kavga etmenin de artık bir anlamı yoktu.
Her şeyi olduğu gibi bırakıp, kapıyı çekip gidecekti.
Ama önce hesap soracaktı… Bağırıp, çağırmadan sadece neden diye soracaktı…
Cepten aradı. Uzun uzun çaldı. Cevap veren bir kadın oldu…
Selim’in uyuduğunu ve şu an cevap veremeyeceğini söyledi ve kısık bir sesle kimin aradığını sordu…
Ağlamak, bağırmak istemesine rağmen sakin sakin ”Karısıyım..” diyebildi.
Karşıdaki kadın da uzun bir sessizlikten sonra tekrar konuşmaya başldı:
”Selim bey bugünkü kemoterapiden sonra kötüleşti. Sakinleştirici yapıldığı için şu an uyuyor. Ben ona bakan hemşireyim. Haberinizin olmadığını bilmiyordum…”
Telefon elinden düştü… Nefes alamıyordu…
Selim hasta olamazdı. Ne kemoterapisi?!.
Banyoya gidip elini, yüzünü yıkadı. Çıkarken yerde savrulan saçları fark etti.
Evet, Selim’in saçları son zamanlarda dökülüyordu, ama iş stresi diye düşünmüştü.
Taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başladı…
Kilo vermesi… Yemek yememesi…Ondan uzaklaşması…
Uçarcasına evden çıktı ve bir taksiye atladı. Gece yarısı olmuştu hastaneye gittiğinde.
Hemşireyle konuştuktan sonra Selim’in yanına gitti.
Hala uyuyordu… Yüzü iyice çökmüştü. Rüyasında gülümsüyordu…
Bu dengesiz kişilikteki şehirde hayat, insanlar, olaylar ve gerçekler de dengesini yitirmişti ve yaşamak bir pamuk ipliğine bağlıydı.
Selim’in yaşaması ise adeta bir mucizeye bağlıydı…
Erkeklerde çok nadir görülen meme kanseri Selim’i bulmuştu.
Karısını da üzmek istemediği için bir buçuk aydır tek başına tedavi oluyordu…
”Canım sevgilim benim…” diyerek uzandı ve onu öptü.
Selim uyandı.
Konuşmadılar… Konuşamadılar…
Gözyaşları birbirine karıştı… Ellerini kenetlediler…
Hemşire gelip, serumu değiştirdi.
Selim ilaçların etkisiyle tekrar uykuya daldı.
Mutlu ve huzurlu görünüyordu…
0 Comments