”Gidiyor musunuz? Güle güle. Kapıyı iyice kapayın. Sizden üşüdüm…”
Yazmak, bir dünya yaratma yolculuğudur dedirten bir kitap. Ama benim için biraz zor bir yolculuk oldu.
Bana çok uzak bir dünya olmasına rağmen, okurken gözyaşlarım hep kapıda hazır bekledi. Her satırı, bazen de her kelime yüreğime dokundu ve çokça da hüzünlendirdi.
Anlatılan her hikaye ve her karakter hem çok tanıdık, hem de çok yabancı geldi. Sanki hiç yaşamadığım olayları ve hiç tanımadığım kişileri hatırlamam gerekiyormuş, ya da hatırlıyormuşum hissine kapıldım.
Yaşatarak yazmak, ya da yaşayarak okumak bu olsa gerek 🙂
Beni en çok etkileyen, ağlatan ve köşeye sıkıştıran, ”Parasız yatılı” ve ”Haraç” öyküleri oldu.
Bu iki öyküyle ilgili günlerce düşünsem ve saatlerce yazsam yeridir. Çünkü bu öyküler yokluk, yoksulluk, yalnızlık, kimsesizlik, sevgisizlik, çaresizlik… gibi bir sürü kavramları önüme koyarak, şimdiye kadar bildiğim her şeyi sıfırladı 🙁 Sıfırlayınca da yeniden hayatı, hayatımı, her şeyi ama her şeyi yeniden düşünmeye ve sorgulamaya da itti.
Ayrıca bu kitabın farklı bir sihri de var gibi 🙂 Her hikaye, her karakter yeni bir hikaye yazmaya da kışkırtıyor sanki 🙂
Bir çok cümle örneği verebilirim:
* ”Sizi de kırdılar mı?
* ”Kara toprak neleri alıyor.
* Nereye, niçin geç kalacaklarını bulup çıkaramamıştı. Onları kimse beklemezdi.
* Onunla aramızda sevgisizlik hemen kuruluvermişti.
* Annemin yeşil ela gözleri susuyor”.
Füruzan’ın ”Parasız yatılı” kitabını geç keşfettiğimi düşünebilirsiniz. Belki de öyledir. Belki de değildir. Ama beni çok üzdüğü, düşündürdüğü ve çok şey öğrettiği kesin. Önemli olan da bu.
Yüreğimi en çok acıtan, ama aynı zamanda bazı konularda ne kadar şanslı olduğumu da hatırlatan şu cümlelerle yazımı noktalamak istiyorum: ”Bir ana çocuğunu otuz yıl aramaz mı? Otuz yıl sonra bulsa da artık ana ile çocuk olurlar mı birbirleri için. Bir ayağım çukurda. Niye gencecik bir ananın sarılmasını düşünürüm kendime” 🙁
0 Comments