Denize nazır köşk. Ağaçlarla kaplı sakin yollar, ciğerlere dolan yoğun tuzlu deniz havası, portakal ağaçları arasında gezinen hafif bir meltem, ara sıra sanki itinalı parmakların dokunuşlarıyla filizlenmekte olan çalılardan dağılan çiçekler… Aydınlık manzarada yamaçlara konuşlanmış beyaz inciler gibi parıldayan cazibeli evler, çok uzaklarda abartıyla yükselen, bir mum misali dimdik duran deniz feneri… Manzara bütün varlığıyla tamamen ışıldıyor; sınırları keskin bir biçimde çizilmiş, ana hatları açıkça belirlenmiş ve gökyüzünün derin maviliğinde parlak bir mozaik gibi oturtulmuş. Uzaklarda bir başına yol alan gemiler yüzünden birkaç beyaz leke ile damgalanmış dalgalar köşkün sıralı teraslarına doğru vuruyor. Zemin, engin yeşillikteki gizli bahçeye doğru yükseliyor ve parkın geri kalanıyla birleşiyor. Resim, sanki bir peri masalı büyüsü etkisindeymişçesine uyuşuk de dingin görünüyor.
Uyuyan evin dış tarafında sabah sıcaklığı ağır biçimde yayılıyor; dar, çakıllı bir patika görüş noktasında beyaz bir çizgi gibi akıyor. Altında dalgalar vahşice çalkalanıyor ve sağa sola titreşerek püskürüyor; gökkuşağı renklerinin ışıltısı, güçlü güneş ışınları altında pırlantalar gibi parıldıyor. Göz kamaştıran güneş ışınları sanki koyu bir sohbet içindeymişçesine birbirine yakın duran küçük gruplar halindeki Vistül çamlarının arasına giriyor, parlak ve göze çarpan renklerle boyanmış gülünç resimlerde kaplı açık bir Japon şemsiyesinin üzerine düşüyor.
Bu şemsiyenin gölgesinde bir kadın, yumuşak bir hasır koltukta arkasına yaslanmış oturuyor. Kadının güzel vücudu hasırın gevşek örgüleri üzerinde rahatça yayılıyor. Yüzük takmayan eli sanki unutulmuş gibi aşağıya doğru sarmış, nazik ve hoş hareketlerle bir köpeğin parıl parıl, ipeksi tüylerini okşuyor. Bu sırada diğer elinde bir kitap tutuyor, belli belirsiz bir gülümsemeye sahip olan simsiyah kirpiklerle çevrili kara gözleri dikkatle kitaba bakıyor. Gözleri geniş ve tedirgin; güzellikleri ise siyahlıklarıyla birlikte katlanmış, parıltıyla perdelenmiş.
Genel olarak bakınca oval, sert hatlarla çevrelenmiş suratından gelen güçlü ve çekici etki, sıradan bir güzellik izlenimi vermiyor. Buna karşı ölçülü, narin bir cilve eğiliminde olan zarafetin belirli detaylarını ifade ediyor. Bir bakışta fark edilen o mis kokulu, parlak buklelerinin zapt edilemez karmaşası bir sanatçının itinalı eseriydi. Aynı şekilde, kitap okurken dudaklarının etrafında gezinen, bembeyaz dişlerini açığa çıkaran o ince gülümseyiş yıllar boyu ayna karşısında yaptığı alıştırmaların sonucuydu. Ama bu gülümseyiş artık bir kenara itilmeyecek ölçüde tüm tasarımın içine işlemişti.
Kumun üzerinden hafif bir çıtırtı geldi. Kadın, duruşunu bozmadan baktı. Bu tıpkı simsiyah güneş ışınları altında uzanmaya bayılan bir kedinin yeni gelen birisine fosforlu gözleriyle zorla attığı ilgisiz bir bakış gibiydi.
Adımlar hızlıca yaklaştı, üniformalı bir uşak küçük bir ziyaretçi kartı vermek için kadının önüne dikildi, sonra da bir adım geriye giderek beklemeye koyuldu.
Karttaki ismi okurken yüzünde, sokakta hiç tanımadığı birisi tarafından samimi bir şekilde selamlanan birinin yüzünde oluşan ifadeye benzer bir hayret ifadesi belirdi. Bir anlığına, keskin hatlı siyah kaşlarının üzerinde o an ne kadar derin düşündüğünü belirten küçük çizgiler oluştu. Derken birdenbire tüm yüzünü mutlu bir ışıltı sardı; gözleri sanki çoktan unuttuğu gençlik günlerini anımsamış gibi keyifle parladı. Kartta okuduğu isim yeniden hoş hatıralarını canlandırmıştı. Şekiller ve hayaller bir kez daha belirli bir forma dönüşüyor, gerçeğin ta kendisi gibi netleşmeye başlıyordu.
Hatırlayınca, ”Ah, evet” dedi. Birden uşağa dönüp, ”Evet, tabii ki beyefendiye yolu gösterin”, diye ekledi.
Uşak yumuşak ve saygılı adımlarla kadının yanından ayrıldı. Bir anlığına, ağaç tepelerinde usulca şarkı söylemekten yorulmayan rüzgarın sesi haricinde hiçbir ses duyulmadı; artık öğle vaktiydi ve ağır altın ışıklar her tarafı sarmıştı.
Sonra çakılı patikada dinç, enerji dolu adımlar duyuldu. Uzun bir gölge kadının ayaklarının dibine düştü; boylu poslu bir adam tam kadının önünde durdu. Kadın heyecanlı bir biçimde oturduğu yerden fırladı.
Önce gözleri buluştu. Kadının gözlerine hafiften alaycı bir gülümseme düşerken adam, kadının zarafetine hızlı bir bakış attı. Kadın, ”Beni düşünmüş olmanız gerçekten çok hoş”, diyerek başladı ve narin elini adama uzattı. Adam saygılı bir biçimde uzatılan eli öptü.
”Sevgili bayan, size karşı dürüst olacağım. Yıllardan sonra ilk kez karşılaşıyoruz ve bu görüşmenin üzerinden geçecek olan yıllardan korkuyorum. Burada olmam biraz tesadüf eseri oldu: muhteşem konumu yüzünden soruşturduğum köşkün sahibinin adı bana sizi hatırlattı. Bu yüzden farklı bir niyetle şu an burada bulunuyorum”.
”Ama her şeye rağmen hoş geldiniz, aslına bakarsanız bir zamanlar benim için önemli olmanıza karşın ilk başta ben de sizi hatırlayamadım”.
İkisi de gülümsedi. Gençlik yıllarından kalma tam olarak itiraf edilmemiş aşkın o tatlı ve hafif kokusu sarhoş edici sevecenliğiyle ikisinin de içinde uyanmıştı. Bu tıpkı bir kez daha görmeyi dilediğin, içinde yaşamayı delicesine istediğin bir rüyanın yansımalarını garip bir biçimde uyanıkken yaşamak gibi bir şeydi. Gençlik aşkının güzel düşü yarım yamalak riskler alır, arzuları istemeye cesaret edemez, sözler vermez.
Konuşmaya devam ettiler. Ama seslerine çoktan bir sıcaklık, sevgi dolu bir samimiyet düşmüştü, böyle bir iyimserliğe ancak onlarınki gibi yarı solmuş bir sır müsaade ederdi. Sessiz kelimeler ara sıra çınlayan şen kahkahalar ile bozuldu. Geçmişten, unutulmuş şiirlerden, solan çiçeklerden, kaybolan kurdelelerden – gençlik yıllarını geçirdikleri küçük kasabada birbirlerine verdikleri küçük aşk hatıralarından konuştular. Eski hikayeler, yarım hatırlanan efsaneler gibi uzun zamandır sessizliğe bürünmüş, tozla kaplanmış, yavaşça hüzünle kuşatılmış kalplerinde canlandı. Artık ölmüş olnan gençlik aşklarının son notaları, sohbetlerine derin hatta neredeyse hazin bir ağırlık getirdi.
Adam, ”Amerika’nın öbür ucundan nişanlandığın haberi duydum, muhtemelen bunu duyduğumda evlilik çoktan gerçekleşmişti”, derken gizemli bir ahenk taşıyan sesi hafifçe titredi.
Kadın buna cevap vermedi. Düşünceleri on sene öncesindeydi. Bunaltıcı sessizlik uzun dakikalar boyunca havada asılı kaldı.. Sonra kadın alçak bir sesle, ”O zamanlar benim hakkımda ne düşünüyordun?” diye sordu.
Adam şaşkınlıkla baktı. ”Yarın yeni memleketime geri döneceğime göre açıkça söyleyebilirim ki o zamanlar hayat, aşkın o parlak alevini sönmekte olan bir arkadaşlık parıltısına dönüştüğü için sana kızmadım. Bir an olsun kafam karışmadı, düşmanca bir tereddüt yaşamadım. Seni anlayamadım, sadece senin için üzüldüm.
Kadının yanaklarına hafif bir kırmızılık uçuştu, gerginlik içinde bağırmaya başladığında gözlerinde canlı bir parıltı vardı. ”Benim için üzüldün mü? Nedenini hayal edemiyorum!”
”Çünkü müstakbel kocanı düşünüyordum. Aklı sürekli para kazanmakta olan o tembel yatırımcıyı… Sözümü kesme, her zaman hayat tarzına saygı duyduğum kocana hakaret etmek istemiyorum. Üzüldüm çünkü seni, bir zamanlar ardımda bıraktığım kızı düşünüyordum. Çünkü senin gibi, bu sıradanlaşmış günlük hayata alaycı bir küçümseme ile bakan özgür bir idealisti sıradan bir adamın karısı olarak hayal edemiyordum”.
”Eğer dediklerin doğruysa o zaman onunla neden evlenmiş olabilirim?”
”Tam olarak bilmiyorum. Belki de dışarıdan bakılınca gözden kaçan, beraber bir hayatı yaşamaya başlayınca ortaya çıkan birtakım gizli meziyetleri vardır. Bunun bu bilmeceyi çözmenin kolay yolu olarak görüyorum. Çünkü inanmadığım ve inanmayacağım tek bir şey var”.
”Neymiş o?”
”O adamı Kont unvanı taşıdığı ve milyonları olduğu için kabul etmiş olman. İşte bu imkansız olarak nitelendirdiğim tek şeydir”.
Kadın bu sözleri duymamış gibiydi, bir iskerlet kabuğu gibi korlaşan parmaklarının arasından ufku perdeleyen sis boyunca uzaklara, gökyüzünün solgun mavi örtüsünün ihtişamlı dalgalar arasında karıştığı yere doğru bakıyordu.
Adam da düşünceler arasında kayboldu. Öyle ki kadın dönüp, aniden ve duyulamayacak kadar sessiz bir biçimde, ”Her şeye rağmen, olanlar bunlar işte”, dediğinde adam son söylediklerini unutmuş gibiydi.
Şaşkınlıkla hatta neredeyse panikle kadına baktı. Kadın koltuğuna geri döndü, sahte belli olan bir soğukkanlılıkla yavaşça oturdu, dudaklarını zar zor açarak yumuşak, hüzünlü bir tonla konuşmaya devam etti.
”Utangaç ve kolayca korkutulabilen biz kız olduğum dönemde hiçbiriniz beni anlamadınız, bana oldukça yakın olan sen bile! Belki de kendim bile beni anlamadım. Şimdilerde sık sık o dönemleri düşünüyorum ve o zamanlardaki halime anlam veremiyorum. Çünkü kadınlar, gerçeklikle karşılaştıklarında küçük narin çiçekler gibi sağa sola savrulan hayalleriyle mucizelere inanan genç kız kalpleri hakkında hala ne hatırlayabilirler ki? Üstelik ben arzularını parlak mutluluklara, tahminlerini hoş bilgilere dönüştürecek, onları genç kızlık dönemlerine gölge düşüren ve pusuya yatıp yakalamayı beklerken daha da tehlikeli hale gelen bilinmez ve tanımlanamaz ıstıraplarından çıkaracak erkeksi, güçlü, genç kahramanlarla olmayı hayal eden kızlardan değildim.
Ben böyle şeyler hissetmedim; benim ruhum farklı hayallere, yaşayacağım sisle kaplı günlerin ardında yatan istikbalin gizli korusuna doğru yöneliyordu. Hayallerim bana aitti. Kendimi her zaman eski peri masalı kitaplarının birinden çıkan soylu bir çocuk olarak hayal ederdim. Parlak, göz kamaştıran mücevherlerle oynayan, pahalı kabarık elbiselerden giyen bir çocuk olarak… Lüksü ve ihtişamı düşlerdim çünkü her ikisini de çok seviyordum. Ah, ellerim o titrek, yumuşak, hışırılı ipeğin üzerinde gezdirmenin ya da parmaklarımı sanki uykuya dalmışçasına yumuşak, gizemli, rüya gibi bir kadife kumaş yığınından aşağıya bırakmanın verdiği zevk! İnce parmaklarıma mücevherler takabildiğimde parmaklarım sevinçten titrerdi. Soluk renkli değerli taşlar köpük köpük inciler gibi saçlarımın arasında göründüğünde mutlu olurdum. En büyük gayem yumuşak döşemeli bir arabada oturabilmekti. O dönemlerde beni günlük yaşantımı hor görmeye iten sanatsal güzelliğin o çılgın aşkına kapılmıştım. Her zamanki giysilerimi giydiğimde kendimden nefret ediyordum. Tıpkı bir rahibe gibi basit ve gösterişsiz görünüyordum, can sıkıcı görünüşümden utandığım için çoğunlukla günlerce eve kapanıyordum. O çirkin, sıkış tepiş ortamda saklanıyordum. En gözde hayalim deniz kenarında, huzurun egemen olduğu, günlük hayatın pisliğine bulaşmamış gizli yemyeşil bir bahçe içinde yer alan hem sanatsal, hem de ihtişamlı bir evde- aslına bakılırsa buraya benzer bir yerde- yalnız yaşamaktı. Eşim benim hayallerimi gerçekleştirdi, ben de bunu yaptığı için onunla evlendim.
Kadın sessizliğe gömüldü; yüzü festivallere yaraşır bir güzellikle kaplanmıştı. Gözlerindeki parıltı derinleşmiş, çok daha tehditkar bir hal almıştı. Zaten kırmızı olan yanakları daha da kızarmıştı.
Oluşan derin sessizliği bozan tek şey, alttaki terasa sevgilinin göğüsüne atılırcasına vuran ışıltılı dalgaların ritmik ve tekdüze bir şarkıya benzeyen sesiydi.
Sonra adam kendi kendine konuşur gibi usulca, ”Peki ama aşka ne oldu?” dedi.
Kadın bunu duydu. Silik bir gülümseme dudaklarına ilişti, ”Hala bütün o düşüncelere, kendinle birlikte uzak diyarlara götürdüğün o düşüncelere sahip misin? Hepsi halen yerinde duruyor mu yoksa içlerinden bazıları çoktan yitip gitti ya da sararıp solmadı mı? Ondan senden zorla koparılarak sahiplerini onları mahveden yaşam istikametlerine götüren binlerce araba tekerleğinin döndüğü çamura fırlatılıp atılmadı mı? Ya da hiçbir düşünceni kaybetmedin mi?”
Adam hüzünle kafasını eğidi ve daha fazla bir şey söylemedi. Aniden kadının elini alıp dudaklarına götürdü ve sessizce öptü. Sonra da sevecen bir tonla, ”Hoşça kal, tüm güzellikler senin olsun” dedi.
Kadın bu vedaya düz ve samimi bir biçimde karşılık verdi. En gizli sırrını ortaya çıkarmaktan ve yıllardır görmediği, ona yabancı olan bir adama ruhunu göstermekten utanç duymuyordu. Gülümseyerek adamın gidişini izledi, onun aşk hakkında söylediklerini düşündü; geçmiş sessizce su yüzüne çıktı, duyulamayan adımlarla kadın ile kadının bulunduğu anın arasına girdi. Birden adamın onun hayatına yön verebileceğini düşündü ve düşünceleri bu garip fikri parlak renklerle boyadı.
Ve yavaş yavaş, belli belirsiz bir halde dudağındaki gülümseme silindi.
0 Comments