Kızgınlığın örttüğü yara – Gönül Ocak


0

Odadan iniltili sesler geliyor yine. Yatağın içinde tek kolumun üstüne doğrulup bekledim. Kulağım karşı odadaki tekrarlayan seslerde. Deliksiz uyumuş olmanın pişmanlığı ve kızgınlığıyla kalktım. O ne kadar az uyuyor ya da uyumuyorsa ben tam tersi, yangın çıksa haberim olmaz. Elimde olsa uykumun yarısını hatta daha fazlasını ona veririm. İkimiz de bir şeylerden kaçışı yaşıyoruz belki de, birimiz uyanık kalıp hatırlamak, öbürümüz de onca yükü kaldıramayıp unutmak için.

Kapısına gidip açmadan önce kulağımı yaklaştırdım, bir süre bekledim, söyleniyor. ”Allah’ım al artık canımı, yetmedi mi çektiğim çile”. İçeri girdim, bir taraftan da giyinmeye çalışıyordu. Hiç uyumadın mı yine? Bana yan bakış attı, komodinin üstündeki saç lastiğini aldı, halimi görmüyor musun der gibi uzattı. Aralarında tek tük siyahların olduğu saçlarını toplayıp bağladım. Göz altları torbalanmış, kaşları ağlamaklı çatılmış, sık sık soluk alıp veriyor. Gücü ancak aralıklı ama devamlı ”ıh, ıh sesini çıkarmaya yetiyor.

Çiçekli, lila renkli geceliğinin çıtçıtlarını açtım, sarkmış göğüsünün düğme gibi başlarını görünce hayatımın ilk şokunu yaşadığım zamanı hatırladım. Şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla ablama koşmuş, ”Kardeşimin sütünü babam da emiyor” demiştim. Bir süre benim gözümde güvenilmez biri olarak kaldı, hatta kardeşim ağladığı zaman aç olabileceğini düşünür, babama içimden hırsız derdim.

Elbisesini giydirdim. Ayağa kalktı.Terliklerini önüne koydum, sırtının eğiriliğine takılmış elbisenin eteğini düzelttim. İyice belirginleşti kamburu, boyu da kısaldı. Genç kızken ona ne çok özenirdim, boyuna, tipine, kilosuna. Altıncı doğumdan sonra büyük kalan göbeğine takardı o zamanlar. ”Sülün gibisin” derdi babam da, annemin parlak ela gözlerine bakarak. Bizim önümüzde gözleriyle sevişirlerdi. Bu tablonun büyüsü ablamla benim üniversiteye gidişimizden sonra bozulmuştu. Bayram tatilinde, bayram yemeği cenaze yemeği havasında geçmişti. Annem ablama, ”Dayınların yardımlarıyla geçiniyoruz, tüm birikmiş paramızla kadına bilezik yapmış” derken gözünün yaşını eşarbının ucuyla silmiş. ”Git, bir de sen konuş” demişti.

Onca yüz göz olduktan sonra babamın ablamı dinlemeyeceği belliydi zaten.

Hızla ilerleyen kemik erimesinden, artan ağırılarından hiç huzuru yok artık. Bana tutundu, banyoya yürüyoruz, ayaklarını sürükleyerek.

Kahvaltısını hazırladım. İştahsız, benim zorlamamla bir iki lokma yemeye çalıştı. Tuzsuz zeytin, zeytinyağında domates, biber, sarımsak, tuzu alınmış peynir, yumurta. Canının acısından çatacak birini arayan sesle, ”O kadar özensizsiniz ki hala bir yumurtayı nasıl pişireceğinizi dahi bilmiyorsunuz” diye itti tepsiyi önünden. İki dakika pişmeli, ne az ne çok, yemez. Her şey kafasında kurduğu gibi olmalı. İnandığı, bildiği doğruları milim şaşmamalı.

Hiç uyumadığı zaman daha sinirli, daha halsiz olur, tüm vücudu titrer, kalp çarpıntısı artar, başı ağrır, algısı yavaşlar daha bir dalgınlaşır.

Annem yattığında evde hayat dururdu. Televizyonun sesi kısılır, fısıltıyla konuşulur, ayak uçlarına basarak yürürdük. Çoğu gece çişimiz gelse bile kalkmaz, sabaha kadar tutardık. Yeter ki annem uyusun. Tüm dikkatimize rağmen bazen inadına bir şeyler düşer, kapı sert kapanır, ışığı yakmadan dolaştığımızdan bir şeylere çarpıp devirirdik. Annem odasından bağırırdı, ”Hala yatmadınız mı, neler yapıyorsunuz, yenice dalmıştım”. O anda gürültüyü kim çıkardıysa veryansın ederdik ona. Ertesi gün akşama kadar o kişi suçlu suçlu dolaşırdı aramızda.

Tepsiyi önünden alacakken vazgeçtim. Başını pencereye çevirdi. Uzaklara, benim bir şey görmediğim ta uzaklara baktı. Derin bir nefes alıp tüm yarım kalmışlıkları üflercesine baktı. Yanağını öptüm, başını okşadım, ”Hadi, yumurtayı olsun yemelisin, yenisini pişiriyorum” dedim. ”Beni hiç anlamıyorsun” dedi boynunu arkaya atarken. ”Midem bulanıyor, yiyemeyeceğim, götür” diye itiraz etti. Bitmeyen itirazlar. Babama da ederdi eskiden, yani olayların yeni yeni başlayıp bizim hissetmediğimiz dönemlerde. Ama babam yine de hepsini yedirirdi, ya çok iyi kandırırdı, ya da annem kanmak isterdi. Henüz uykularının kaçıp da bir daha dönmediği başlangıç dönemleriydi. Dikkatini dağıtmak için, ”Anneciğim yüzündeki bazı benler yok olmuş sanki, diğer büyük olanlar yutmuş olabilir mi?” dedim. Kaşının dibinde, burnuna yakın dudağın üstünde, ne çok yakışırdı yüzüne. Tabii ki tersledi beni ama sırnaşmaya devam ettim, yüzündeki irili ufaklı benlerini sayarken. Hala da ela parlak gözleri dışında yüz hatları Catherina Deneuve’den izler taşır. Babam sabah o şiş gözlerle içeri girince, ”Artist gibidir benim karım, artist” dediğinde ona kızardı. ”Horul horul uyuyor, bütün gece benim neler çektiğimden haberi mi var!” Ortaya atılan bu lafı babam yanıtlardı. ”Daha ne yapayım ki, dönüp ağdıkça uyuyamıyorum diye diye yatağımızı ayırdın, daracık yatakta yatıyorum işte” derdi.

Annemin üstüne titrediği günleri, o biraz keyifsiz olduğu zaman elleriyle beslerdi, ona özel yiyecekler getirip bitirinceye kadar yedirdiği zamanları bildiğimizden, içimizden babama haksızlık ediyor diye kızardık anneme.

İnce, mavi damarlı, kemikleri çıkmış elini öptüm. Önündekileri kaldırdım. Evin tozunu aldım, süpürge kullanmadan. ”Dağılır, çırpma sakın, havalandır sadece” dedi. Bana gelirken getirdiği tek parça, elli yıllık, babamın onu kaçırdığı yıl aldığı ilk hediyesi.

Öğle yemeğini saat üç gibi yer. Bir bahane bulur da yemez tedirginliğiyle önüne bıraktım. Yüzünü buruşturup niye getirdin, nasıl yiyeceğim bunları der gibi tepsiye baktı. Çorbanın rengini sevmedi, tadına bakmadan ”Bulamaç gibi görünüyor” dedi. Yeşil mercimeğin içine her türlü sebzeyi attıktan sonra rondodan geçirmiştim. Rengi güzel olmasa da lezzetliydi.

Onun için görüntü önemli. Sıradanlıktan nefret eder. Komşuları onun için, ”S.nin yaptıkları başka canım, çok başka” derlerdi. Annemin tek istediği de bu sözleri duymak zaten. Övgü almak, onaylanmak, örnek olmak, şanının yürümesi.

Çorbadan bir kaşık hatırım için aldı. ”Lezzeti güzel ama yiyemeyeceğim, götür” dedi. İttiği tepsiyi alıp çorbayı ben içtim.

Göğüsü hızla inip kalkıyordu. Yastığını düzelttim, yaslandı. Belki uyur diye ben de sessizce koltuğa uzandım. Uyumuyor ama gözleri kapalı.

Babamın işi çıkışı eve gelişinde, üzerindekileri çıkarır çıkarmaz annemin dizlerine yatması, gözlerini kapatıp ellerini saçlarında dolaştırırken mırıl mırıl konuşmaları geldi aklıma. Öbür odaya geçip babamı aradım. ”Anemi ara istersen, belki sesini duymak iyi gelir, durumu kötü” dedim.

Akşamüzeri her zamanki gibi sadece bir meyve yedi zoraki. Posası için. Genelde suyunu sıkarım. Televizyonda sevdiği program açık ama bakmıyor. Sunucu kadın, genç kıza, ”Nikahtan bir hafta sonra ayrıldınız, buna yol açan başka birine de mesaj yazmanızmış, ne diyorsunuz?” diye soruyor. ”Anne” dedim, ”bak millet kaçıncı kez evleniyor, sen niye resmen ayrılıp da inadına başkasıyla evlenmedin? Keşke o zaman sen de babamı aldatsaymışsın” dedim gülerek. Ters ters baktı. ”Dalga geçmeyi bırak, yok muydu fırsatım ama kendime, sizlere leke getirir miyim hiç” diye söylenip başını pencereye çevirdi. ”Genç yaşımda beni dul bıraktı, dilerim Allah’ından bulur. Ama bu bitmeyen ilenmelerine sevgisinin, özleminin de karıştığını biliriz.

Uzaktan bir yük gemisi geçiyor. Kedilerin bazıları balıkçının yanına oturmuş, sabırla denizden çıkacak olanı bekliyorlar. ”Anne bak, şu kedi bizim Limon’a benziyor, hani babamın sana getirdiği. Elimize damlattığımız limonu yaladı, hatırladın mı?” Bana döndü, başındaki örtüsünü düzeltti, sesi canlandı. ”Getirmez olsaydı, o günlerin kıymetini mi bildi sanki”. Oysa adını Limon koyduğum kara kedimiz ailenin sekizinci üyesi olmuştu, belki de annemin en sevdiği çocuğu. Küçük kardeşlerimin ikisinin, onu başka sokaklara bırakıp gelme planlarını duymasam günlerce annemden dayak yerlerdi.

Dolaptan yoğurt çıkarıp ılıştırdım. Yatmadan önce yoğurdunu yer. Söylene söylene. Çünkü artık yoğurdu kendisi değil ben yapıyorum, ya ekşi ya da sulu oluyor. ”Babanız gibisiniz, her şeyi baştan savma yaparsınız zaten” der. Küçükken babamla sırf bu özensizlik yüzünden kavga ederlerdi, başka şeyden değil. ”Bir şey alırken doğru dürüst al gel, şunlara bak, bunlar yenir mi, hiç mi gözün görmüyor senin” derdi. O sözlerle ayılan babamı bazı zamanlar değiştirmek için geri gönderdiğini hatırlıyorum. Çürük çarık istemez, en iyi, en tazesi olmalı.

Telefonu anneme uzatıp mutfağa geçtim. Kulağım konuşmalarda. Yine azarlayarak, ”Ne var?” diye başladı zor çıkan sesiyle.

O günden, başka kadının varlığını öğrendikten sonra bir gün olsun azarlamadan konuşmadı. Oysa babam ona dönmeye hazırdı, diğerine olan ilgisi azalmıştı. Nasıl bir gurursa artık, çocuklarını bile gözü görmemiş, işleri daha da zorlaştırmıştı annem. Ağlamaktan konuşamıyor. Yanına gittim. Babamın sesi duyuluyor. O da ağlayarak yalvarıyor, ”Ne olur beni affet”.

Kapattıktan sonra verdiğim suyu elleri titreyerek içmeye çalıştı. Hala ona aşık, yarım kalan ve kızgınlığıyla kapattığı derin bir yara, uykularını kaçıran.

Sabah kalktığımda etrafı dinledim, ses gelmedi, sabaha karşı uyudu demek. Odasına doğru yavaş adımlarla yalınayak yürüdüm.


Like it? Share with your friends!

0
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir