”Sen sözcüklerle kolayca hücuma geçerdin. Ne söylerken ne de sonrasında birilerine acırdın. İnsan senin karşında tümüyle savunmasız kalırdı”
Bu kitaba defalarca başladım, ama ”Olmaz olsun böyle bir baba” diyerek bıraktım 🙁
Değil konuşurken, yazarken bile babasından korkan bir çocuk. Hem de yazdıklarını okumayacağını bile bile.
Bu defa sabrımı zorlayarak sonuna kadar okudum. Kafka’yı değil, babasını daha iyi anlayabilmek için okudum. Ama neredeyse her satırda, ”İyi ki de böyle bir babam yok” diye şükrettim.
Kafka nefretle sevgi arasında sıkışıp kalmış, büyümeyen bir çocuk. Büyüme şansı da yokmuş zaten. Çünkü babası da aslında büyümemiş bir çocuk.
Şımarık, küstah bir ergen gibi dolaşmış hayatı boyunca. Hiç kimseye karşı acıma duygusu olmayan, hiç kimseyi, hiç bir şeyi beğenmeyen ve memnun olmayan, tatminsiz bir huzursuzluk abidesi 🙁
Hemen en çok etkilendim kareyle başlamak istiyorum: ”Bir gece su diye durmadan vızıldamıştım, susadığmdan değildi elbette. Muhtemelen kısmen kızdırmak, kısmen de kendimi oyalamak içindi. Yaptığın birkaç sert uyarı fayda etmeyince, beni yatağımdan almış, evinin kapısının önündeki koridora çıkarmış ve kapıyı yüzüme kapatarak beni orada geceliğimle kısa bir süre tek başıma bırakmıştın. Sonrasında her halde sözünü dinlemiştim, ancak bundan içsel bir hasar görmüştüm”.
Çocuklarının hayatının her alanına katı kurallar koyan, ama kendisi tam tersini yapan bir adam.
”Masaya konulan yenmek zorundaydı, yemeğin kalitesi hakkında konuşmak yasaktı. Ancak sen yemekleri çoğunlukla yenmez bulurdun. ‘Hayvan yiyeceği’ derdin. Sofrada yalnızca yemekle ilgilenilmeliydi. Oysa sen tırnaklarını temizleyip keser, kurşun kalemlerini yontar, kürdanla kulaklarını temizlerdin”.
İnsanın nutku tutuluyor resmen 🙁
Kafka’nın neden babasından korktuğunu çok iyi anladım. Hatta yer yer o korkuyu taa iliklerimde hissettim.
Çocuklarına el kaldırmayan, ama kelimelerle , davranışlarıyla daha kalıcı hasarlar veren bir baba: ”Beni gerçek anlamda bir kez bile dövmedin. Ancak bağırman, yüzünün kızarması, pantolon askılarını telaşla söküp sandalye arkalığında hazırda bekletmen, benim açımdan daha berbattı. Sanki orada asılacak biri var gibiydi”.
Bazı satırları okurken resmen nefesim daraldı. Kafka’nın neden babasına hem hayranlık duyduğu, hem de ondan fazlasıyla utandığını çok iyi anladım.
”Çalışanlara davranışların beni üzüp, utandırırdı. Çalışanlar için ‘Maaşlı düşmanlar’ derdin, ama onlar öyle olmadan önce sen benim gözümde onların ‘Maaş ödeyen düşmanıydın’.
Kitabın başından sonuna kadar ruhumu en çok daraltan o sonu gelmeyen suçlamalar oldu 🙁 Etrafındaki herkesin, ama özellikle de çocuklarının hayatını mahveden bir adam suçu yine başkalarında arıyordu.
”Özgüvenin öylesine büyüktü ki, tutarlı davranma zorunluğu hissetmiyor, ama yine de haklılıkta diretmekten vazgeçmiyordun ”.
Beni kitapta en çok etkileyen cümle şu oldu: ”Senin ağırlığın beni artan bir şiddetle aşağıya çekiyordu”
Bu satırları okurken, ”Keşke bu mektubu babası okusaydı” diye düşünmeden edemedim.
Evet, bu kitabı Kafka’nın babasını daha iyi anlamak için sabırla okudum. Anladım mı? Hayır.
Ama belki de Kafka böyle bir babaya sahip olmasaydı, bu kadar güzel eserler ortaya koymazdı. Daha uzun yaşamış olsaydı, daha neler neler yazardı 🙂
0 Comments