”İnsanoğlu öyle şaşılası bir yaratıktır ki, sahip olduğu özellikleri bir çırpıda sayıp, dökmek imkansızdır. Durup incelemeye kalkıştığınızda da, hiç durmadan yeni özellikler bulursunuz ve bu işin sonu gelmez”
Pandemi döneminde kendimi oyalamanın ve mutlu etmenin yollarını ararken, yirmi otuz yıl önce okuduğum kitapları tekrar okumaya karar verdim. Çok da iyi ettim. Çünkü bir yandan zaman yolculuğu yaparak, eskiden beni mutlu eden şeyleri hatırladım. Hatırlayınca da yazı dünyasında daha farklı ve zevkli bir yolculuğa çıkıp, kendimi yenilemiş oldum bir anlamda 🙂
Mesela Gogol. Çocukluğumda, gençliğimde yazının büyülü dünyasına, özellikle de öykünün sihirli kollarına beni sürükleyen yazarlardan birirdir.
O yıllarda kendime sık sık sorduğum bir soru yine karşıma dikildi: ”Bir gün ben de böyle öyküler yazabilecek miyim ”:)
O yüzden bu kitabı tekrar okumak bana çok iyi geldi. Etrafımdaki her şeyi unutarak öykülerin içine daldım ve sonuna kadar yaşadım.
Bir romanı okurken onu yaşamak kolaydır birçok kişi için, ama ben öykülerde bunu çok daha rahat yapıyorum. Öykü ne kadar kısa olursa olsun.
”Şu kısacık öykülerden ne anlıyorsun? Başlamasıyla bitmesi bir oluyor. İmalı imalı cümleler, kelimelerin altına saklanmış anlamlar. İnsanı çok yoruyor” demişti bir arkadaşım.
Öykünün asıl özelliği ve güzelliği orada olduğunu kabul etmek istememiş ve öykü okumanın çok zor olduna karar vererek, kestirip atmıştı.
Bakın öykü okumanın niye zor olduğu sorusuna Feyza Hepçilingirler nasıl cevap vermiş: ”Bir kere okur, okuyacağının öykü olduğunu bilerek başlayacaktır okumaya. Yazarın her şeyi ona hazır vermesini beklememesi gerektiğini farkında olacaktır. Öykü yumuşak yumuşak okşamaz; başında veya sonunda sarsar okuru. Bir tümceyle, bir ünlemle, bir sözcükle, kimi zaman da susarak…”
Ben öykü okumayı çok sevdiğim için dünden razıyım beni etkilemesine, içine çekip her kelimesiyle yüreğime dokunmasına 🙂
Mesela bu kitaptaki ilk öyküde anlatılan Neva Bulvarını ezbere biliyorum. Binlerce kez orada yürümüş, orada dolaşan insanları tanımış ve iç dünyalarında olup biten her şeyi hissedip, anlamış gibiyim 🙂
”Burun” öyküsü ise benim kara mizah dediğim ve en sevdiğim türün, en iyi örneklerden biridir benim için.
”Portre” öyküsü ise kendimi bildim bileli en sevdiğim öykülerden birirdir. O kadar ki gençliğimden beri resim kursuna yazılıp, portre yapma hayalleri kurmama sebep olmuştur 🙂 Bazen kendimi o kadar çok kaptırıyordum ki, öyküdeki şu satırların benim için söylenmiş olduğunu var saymak istiyordum: ”Fırçanın gücü insanı hemen çarpıyordu. Özellikle de ihtiyarın gözleri büyüleyiciydi. Sanatının tüm gücünü sanki gözlere harcamıştı ressam. Resmen bakıyordu bu gözler…”
”Bir delinin anı defteri” öyküsünde en sevdiğim cümle ise şudur: ”Bugüne dek kadınların kime aşık olduğunu kimseler bilmiyordu. Bunu ilk anlayan ben oldum. Kadın, şeytana aşıktır”.
Zaten bin sekizyüzlerde olduğu gibi, bugün de kadınları anlamak, insanları ve hayatı anlamak ancak bir delinin altından kalkabileceği bir şeydir 🙂
Çünkü yazarın da dediği gibi, ”Dünyada ne saçmalıklar oluyor. Bazen her şey gerçekdışıymış gibi geliyor insana”.
0 Comments