”Yalnızlık insanın dış kabuğunu kalınlaştırıyor, dünyadan gizlenen iç ise zayıf ve kırılgan kalıyor”
Bilen bilir, İnci Aral benim en sevdiğim yazarlardan biridir. Okuduğum her kitabında kendimden bir şeyler bulduğum bir yazar.
Sanki hep beni anlatıyormuş gibi geliyor, ya da bazen onun yazdıklarını ben yazmışım gibi hissediyorum 🙂 Yani onda kendimi bulduğumu, bazen de onda kendimi aradığımı düşünüyorum 🙂
Çılgınca gelebilir, ama ben öyle hissediyorum. Bu kitabı okurken de bu konuda yanılmadığımı gördüm. O kadar çok ben varım ki 🙂
Diyeceksiniz ki, bu otobiyografik bir roman. Kadın kendisini anlatmış. Tamam öyle, ama ben hemen hemen her sayfada, hatta bazen her satırda kendimi gördüm…
Mesela şu satırları ele alalım:”Hayatım boyunca melankoliye ve kaybettiklerim için derin yaslar tutmaya eğilimli biri oldum. Bunun nedeni çok erken yaşlarda yerine konulmaz kayıplara uğrayışım büyük olasılıkla”…
Benim İnci Aral’a nazaran mutlu bir çocukluğum oldu. Altı yaşıma kadar anneannem ve dedemle köyde geçirdim. Annemi ve babamı çok nadir gördüğüm için belki de biraz fazla şımartıldım. Ama ben beş yaşındayken anneannem menopoza girdi ve bazı sağlık sorunları yaşadı. Birkaç kez tansiyonu yirmilere çıkması sırasında baygınlıklar geçirdi ve birkaç gün pelte gibi yattı 🙁
Bu baygınlıklar bana o yaşta kaybetme korkusunu öğretti ve bir yanımın melankoliye yatkın kalmasına sebep oldu. Çocukken değil ama genç yaşta yaşadığım birçok kayıp da, yüreğimin bir parçasını hep yas tutmaya mahkum etti 🙁
İnci Aral’la en önemli ortak noktamız, yalnızlığı ve sessizliği sevmemiz galiba 🙂
”Her zaman yalnız oldum. İçimde, giderilmez bir yalnızlık taşıdım. Yalnızlık tutkumu içsel bir derinlik ve ayrıcalık gibi yaşadım, korumaya çalıştım…”
Benim de çocukluğumdan beri yalnızlık en iyi arkadaşımdır. Ben de sık sık hayattaki kalabalıklardan ve gürültülerden bunalıp, yalnızlığımı özleyip, ona sarılıyorum 🙂
”Kendimi aramayı kaldığım yerden sürdürmek istiyorum. Sessizliğe gereksinmem var. O sessizlikte kendi sesimi duyabilmeyi, kendi bağımsız ben’imi ele geçirmeyi şiddetle özlüyorum…”
Yalnızlık ve sessizlik en sevdiğim ikili 🙂
Kitapta en çok kendimi bulduğum ve kahkaha atarak okuduğum bölüm, yatağını başkasıyla paylaşamama ve yalnız yatmayı sevme konusu 🙂 Ama bu konuyu ayrı bir yazıda uzun uzun anlatmayı tercih ediyorum…
Romanda beni en çok sarsan cümle ise şu oldu, ”… yıl birlikte yaşadığım insandı. Ama beni tanımaya zaman bulamamıştı…”
Sarstı ve yüreğimi sıkıştırdı, çünkü ben de doğduğum günden beri hayatımda olan bir yakınım için bu cümleyi kurarım. İçimden kurarım, ama seslendirmeye korkarım 🙁 Bu kitap belki de bir gün bu konu hakkında oturup, yazmama sebep olur. Neticede yazmak insanı iyileştiriyor 🙂
Yazmak demişken, İnci Aral bu romanda büyük bir içtenlikle kendi yazma serüvenini ve yazarken çektiği acıları paylaşmış: ”Yazmak bir hastalık mı, diye düşünüyorum bazen. Bir tür delilik mi? Ama öyleyse bile bunun büyüleyici bir yanı var. Gerçeğin keskinleşmiş gürültüsü, belli belirsiz bir bağışlayıcılık, karmaşık, çekingen bir kendini beğenmişlik ve bir o kadar da acı var yazma çılgınlığın içinde. Sınırsız bir kendinden vazgeçme var…”
İşte ben bu kadını bu yüzden seviyorum dedirten cümleyle yazımı bitirmek istiyorum: ”Bu yüzden de çırılçıplak kalmaktan ve bir kadın, bir insan ve hala temiz olduğumu herkese göstermek için soyunmaktan kesinlikle korkmuyorum…”
Okumadıysanız okuyun derim 🙂
0 Comments