Edebiyat ödülleri. Kime yazarız?


2

Murakami’nin ”Mesleğim yazarlık” kitabını okurken aklıma takılan ve uzun zamandan beri yazmak istediğim bazı konuları ele almak istiyorum…

Ben kendimi bildim bileli Edebiyat ödüllerine, ya da genel olarak her türlü ödüllere kuşkuyla bakarım.

Birkaç kişinin toplanıp, bazı matematiksel, duygusal, kişisel, tepkisel, psikolojik, politik v.s. kriterlerine göre yılın, ülkenin veya dünyanın en iyi kitabını, en iyi yazarını seçmesi bana saçma geliyor.

Saçma çünkü objektif bir değerlendirme olduğuna veya olabileceğine inanmıyorum.

Birileri tarafından seçilen bu kişilerin , değerlendirilmeye tabii tutulan bütün serleri okuduklarına da inanmıyorum. Hele hele ki katılanların çoğu yeni veya tanınmayan yazarlar olduğunu da hesaba katarsak…

Yıllar önce evine bir kaç saatliğine hemşire olarak gittiğim bir Dinozor yazar abimin bu konuda söylediklerini hiç unuttmadım…

Yerdeki koliyi göstererek, ”Benim zamanım çok kıymetli. Kendimin dışında, hiç kimsenin yazdığı hiçbir şeyi okumuyorum. Zaten maşallah herkes yazar olmaya karar vermiş. Her gün koli koli kitaplar geliyor bana. Hepsini çöpe atıyorum. Aç bak, beğendiğini al” demişti.

Koliyi karıştırırken kendi öykü kitabımı görünce, yüz ifadem değişmiş olmalı ki dikkatini çekti.

Eline aldı, ”Başını dik tutan hüzün”. Başlığı da güzelmiş. At, gitsin” dedi.

Ben, ”Bu benim öykü kitabım” deyince, ”İyi bırak masamın üstüne o zaman. Okurum. Ama eleştirilere hazır ol” diyerek espri yapmaya çalışmıştı.

Eminim ki ben çıktıktan sonra, kitabım çöpteki yerini almıştır 🙂

Dinozor tabirini kullanmıştım…

Bazıları dinozorluğu gerçekten hak ediyor, ama umursamıyor. Bazıları dinozor olmak için kendini parçalıyor. Bazıları da doğuştan dinozor gibi davranıyor. Ben en çok onlara gülüyorum.

Oturup iki satır bir şey yazmazlar, ama herkesi eleştirirler ve nasıl yazılması gerektiği konusunda sürekli akıl verirler.

Yıllar önce birkaç mesleği denemiş ve sonunda dergicilik yapmaya karar vermiş doğuştan dinozor bir abimiz benden iki öykü istedi. O dönem hastane öyküleri yazıyordum, ama Türkiye’ye geleli sadece birkaç yıl olduğu için, yazdıklarımı kimseye göstermek istemiyordum.

”Abi benim Türkçem yeterli değil. Biraz geliştirmem lazım” dememe rağmen, ”Hallederiz. Ben bir okuyayım, konuşuruz” dedi.

Birkaç gün sonra görüştüğümüzde, ”Dilinde sorun yok canım, ama bunlar öykü değil. Sen onları bırak bana, ben onları öykü formatına sokarım” deyince beni bir gülme krizi tuttu.

Hayatında hiç öykü okumamış ve yazmamış bir adam, yazdıklarımı öykü formatına sokmayı vaat ediyordu 🙂

”Abi, zamanı gelince ben kendi öykülerimi kendim keser biçerim” dedim ve çok bozulsa da öykülerimi alıp, çıktım.

Babamın, ”Kendini doğuştan her şeyi bilen, anlayan ve her şeyi yapabildiğini düşünen insanlarla birlikte olmak zaman kaybıdır” dediğini hatırlayarak gülümsedim.

Dönelim edebiyat ödülleri konusuna…

Bakın Murakami bu konuda ne düşünüyor: ”Ödül dediğimiz şey, ister Akademi ödülü olsun ister Nobel Edebiyat Ödülü, değerlendirme kriterlerinin sayısal değerlere dayandıklarını bir kenara bırakırsak, objektif hiç bir dayanağı olmayan bir şeydir. Seçilen eserlerde bulmak istersek, bir çok hata bile bulabiliriz. Ödül toplumsal ya da edebi şekiller üzerinden onay almaktan başka bir şey değildir”.

Raymond Chendler ise bir mektubunda benim gibi düşünen insanların doğru yolda olduğunu gösteriyor: ”Nobel Edebiyat Ödülü de ne oluyor ki? Pek çok ikinci sınıf yazara da ödül veriliyor. İnsanda okuma isteği uyandırmayan, pek de iyi yazamamış yazarlara da veriliyor. Bu ödülü alınca ta Stockholm’e kadar gidip, smokin giyip bir konuşma yapmak zorunda kalınıyor. Nobel Edebiyat Ödülü bu kadar zahmete değer mi peki? Kesinlikle hayır”.

Şimdi Edebiyat ödülleri konusundan hafiften hafiften neden, niçin ve kimin için yazılır konusuna geçmek istiyorum. Bu konu da çok derin, çok göreceli, bazen kişisel ve tartışmaya çok açık bir konu…

Burada ülkemizdeki birçok edebiyat ödülüme laik görülen, yazarlık dışında başka sanat dallarıyla da uğraşan bir yazar abimizden bahsetmek istiyorum.

Egosu fazlasıyla şişik, ”Dünyaları ben yarattım. Ben her şeyin en iyisini bilirim ve yaparım” havasında dolaşan bir abi. Bir yaratıcı yazarlık atölyesinde, katılımcıları avcunun içine almak ve konuşmanın nabzını yükseltmek için yaptıkları beni hayrete düşürmüştü.

Yüzündeki zoraki gülümsemesiyle ve gözlerinden sırıtan küçümsemesiyle, ”Neden yazı yazıyorsunuz?” sorusunu sormuş ve her katılımcının cevabıyla dalga geçmişti. Bana en çok batan yorumlarında bir tanesi, ”Kendim için yazıyorum. Kendimi iyileştirmek için yazıyorum” diyen genç bir arkadaşa, ”Yazma, doktora git” demesiydi.

Söylediğinin derin bir sessizliğe sebep olduğunu fark edince de, yarım saat yarattığı o buz gibi havayı dağıtmak için türlü türlü şaklabanlıklar yaptı, ama başaramadı.

Bence o amfide bulunan gençlerden yarısı onun hiçbir kitabını okumamıştı ve bundan sonra da okumayacaktı.

”Kendim için yazıyorum demek bir anlamda doğrudur. Yazmanın içinde kendi kendini iyileştirme bağlamı da olabilir. Çünkü her türlü yaratıcı eylemde, az ya da çok kendiliğinden iyileşme isteği vardır. Diğer bir deyişle kendinle yüzleşerek, kendi ruhunu bir şeyden farklı bir forma sokarken, yaşamındaki kaçınılmaz çelişkileri, çatışmaları, gerginlikleri çözersin, veya yüceltirsin” diyor Murakami. Böyle düşünen yazar sayısı da az değil üstelik.

Egosu patlamak üzere olan dinozor abimizden sonra gelen tonton yazar abimiz ise katılımcıların gözlerindeki yazma aşkını yakalayıp, kendi yazma tutkusuyla birleştirerek muhteşem bir konuşma yapmıştı.

Dakikalar, saatler nasıl geçti kimse fark etmedi. Bu koşmanın sonsuza kadar sürmesini isteyenlerin sayısı çok fazlaydı 🙂

Ödülleri umursamayan, yazdığı kitapların sayısını bilmeyen, yazmak için nefes alan ve yaşayan bir yazı ustası.

”Edebiyat benden sorulur. Edebiyat budur” demeyen; ”Ben sadece yazıyorum. Yazmak istiyorsanız yazın. Nasıl yazarsanız yazın, ne yazmak istiyorsanız yazın, ama aşkla yazın. Gerisi önemli değil” diyen bir üstat.

Burada Murakami’nin şu sözlerini de eklemek istiyorum: ”Kim tarafından, ne kadar şiddetli müdahale edilmeye çalışılırsa çalışılsın dilin kendine özgü özellikleri kaybolmaz. Bu yüzden dilin taşıdığı potansiyelden akla gelebilecek tüm yöntemlerle yararlanmak, verimlilik alanını olabildiğince genişleterek, tüm yazarlara verilmiş özel bir haktır”.

John İrving’e göre ise, ”Bir yazar için en önemli şey, okura damardan vurabileceği bir ilişki kurmaktır”

Yine Murakami’den alıntı yaparak yazımı noktalamak istiyorum: ”Sonraki kuşaklara kalacak olan eserlerdir, ödüller değil. Hangi tür edebiyat ödülü, madalya, iyi niyetli yorum olursa olsun bunlar, kitabımı satın alıp okuyan okurla karşılaştırıldığında gerçek bir anlam taşımaz”…


Like it? Share with your friends!

2
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir