Edebiyat nasıl okunur- TERRY EAGLETON


1

”Her sanat eseri yeni ve mucizevi bir yaratıdır. Tanrı’nın dünyayı yaratışının bir yankısı, yahut tekrarıdır. Tanrı gibi sanatçı da eserini sıfırdan yaratır”

 

Terry Eagleton, sanki bu kitabı bize Nietzsce’nin. ”yavaş okuma” geleneğini hatırlatmak ve unutulmaması gerektiğini vurgulamak için yazmış 🙂

Ona göre ”Edebi eserler birer rapor sayılabilecekleri gibi aynı zamanda retoriktirler. Tona, atmosfere, tempoya, türe, söz dizimine, dil bilgisine, dokuya, ritme, anlatı yapısına, noktalamaya, muğlaklığa, kısacası ‘biçim’ başlığı altında girebilecek her şeye karşı tetikte olmamızı isteyen dikkatli bir okuma gerektirir”.

Günümüzde bu tarz okumalar genelde ve bazen de sadece eleştirmenler tarafından yapıldığını kabul etmeliyiz 🙁

Tabi bir de gerçek edebiyat severler var. Yazmanın inceliklerini daha iyi öğrenmek adına, ameliyat edercesine, ilmik ilmik ilerleyerek ve okudukları her sahneyi yeniden kurarak, çözmeye çalışanlar 🙂

Onun dışındaki çoğunluk yüzeysel okuyuculardan oluşuyor. Yani sıcak ekmek peynir gibi tüketilen popüler kültür romanları okuyanlar.

Elbetteki bu bir tercih meselesidir. Ama bana göre bu tarz romanların ömrü kısadır. Çabuk unutulur ve iz bırakmazlar.

Terry Eagleton’nun dikkatli okumanın çerçevesindeki ana başlıklar şöyle: Açılışlar ( ilk cümle), Karakterler, Anlatı, Yorum ve diğer ufak tefek ayrıntılar. Ders çalışır gibi bol bol düşünerek ve not alınarak okunması gereken, güzel bilgilerle dolu satırlar 🙂

Ben Karakter, Kurgu ve Hayal gücü kavramları ile ilgili aldığım bazı notları paylaşmak istiyorum…

Yazara göre, ”bir oyun ya da romanın ‘edebiliğini’ göz ardı etmenin en yaygın yollarından biri, karakterlerini gerçek insanlarmış gibi ele almaktır” Oysa oyuncu sahneye çıkmadan önce yoktu. Bir romanın kahramanı, roman okunduğu sürece vardır. ”Kahramanlar metinlerde yaşar ve metinler kendileriyle okurlar arasındaki etkileşimlerdir” 🙂

Edebi kişiliklerin gelecekleri olmadığına dair çok güzel bir örnek var kitapta: Shakespeare’nin ”Fırtına” adlı oyunundan bir pasaj:

”Keyfini bozma bayım;

Şenliklerimiz burada bitti.

Gördüğün oyunculara gelince,

Sana dediğim gibi, onlar birer ruhtu ve

Hepsi eriyip havaya karıştı, o incecik havaya.

İşte tıpkı bu hayallerin elle tutulmaz dokusu gibi,

Tepesi bulut kaplı burçlar, görkemli saraylar,

Ulu mabetler, hatta şu yüce yer küre.

Ve üstünde var olan ne varsa, bir gün eriyecek;

Biraz önce uçup giden şu hayali gösteri gibi,

Dumanı bile kalmayacak ardında.

Rüya dediğin şey de bizlerden olur işte

Ve minicik ömrümüzü yine bir uyku noktalar…”

Zaten edebi dediğimiz eserlerin öncelikli amacı bize gerçekleri vermek değildir. ”Daha ziyade okurlar o gerçekleri ‘hayal etmeye’, yani bunlardan hayali bir dünya kurmaya çağırıyorlar. Bu şekilde bir eser aynı anda hem gerçek hem de hayali, hem olgusal hem de kurgusal olabilir”.

İlham kaynağı ve Hayal gücüne gelince. Onlar bir gerçeklikten ziyade, bir olasılık meselesi 🙂

Eliot‘a göre ”yaratıcı hayal gücü egoizmin tersidir”. ”Bizi kendi  içimizde kısılı kalmaktan kurtarıp başkalarının  iç dünyalarına girmemize imkan tanır. Ayrıca birini anlamanın tek yolu empati değildir. Eğer kendimi senin yerine koyarsam, seni tanıma yetimi kaybederim. Ben sen olursam, geride seni anlatacak biri kalmaz” diye ekliyor Terry Eagleton 🙂

Empati kurmayla ilgili çok güzel iki örnek daha vermek istiyorum:

=”Sophokles, Oidipus’la empati kurmamızı beklemez. Oyunun bizden beklentisi korkunç bir kadere mahküm olan kahraman adına üzülmemizdir. Birinin acısını paylaşmakla (sempati), hislerini hissetmek (empati) farklı şeylerdir. Bir şeyi değerlendirebilmek için onu belli bir mesafede tutmak gerek; bu tutum sempatiyle örtüşür, empatiyle değil” diyor yazar.

=”Hitler döneminde yaşamış Marksisit oyun yazarı Berttolt Brecht de sahnedeki karakterle empati kurmanın eleştiri yetilerimizi köreltebileceğini, dolayısıyla iktidardakiler için son derece kullanışlı bir araç olduğunu düşünüyordu”.

Terry Eagleton, hayal gücü konusunda şu uyarıyı yapmayı da ihmal etmiyor: ”Hayal gücü pek çok müspet senaryo tasarlayabildiği gibi, her türlü karanlık, hastalıklı senaryoyu da hayata dökebilir. Şimdiye dek icat edilen bütün ölümcül silahlar hayal gücünün ürünüydü” 🙁

Yazımı, beni gülümsetip yazı konusunda motive eden bir alıntıyla bitirmek istiyorum: ”Sonuç olarak en yenilikçi edebiyat eseri bile, diğer pek çok şeyin yanı sıra, kendinden önce gelen sayısız metnin kalıntı ve artıklarından oluşur. Edebiyatın ortamı dildir ve kullandığımız her sözcük önceden milyonlarca kez kullanıldığından rengi solmuş, lekelenmiş, içi boşalmıştır”.

Okuyun derim 🙂

 

 


Like it? Share with your friends!

1
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir