”Hepimiz yaşamla bağını az ya da çok kaybetmiş, kör topal idare eden insanlarız. Hatta yaşamdan öyle kopuğuz ki, gerçek ‘canlı hayat’ bize adeta bir iş, bir ödev gibi görünüyor. Onu kitaptan öğrenmeyi eğiliyoruz…”
Bu kitabı kaçıncı kez okuyorum bilmiyorum, ama okudukça daha çok sevdiğim kesin. Bazen eğlenmek, bazen vakit geçirmek, bazen de yeniden yeniden bir şeyler öğrenmek için okudum 🙂
Şimdi ise, bu sekizinci derecedeki memurun kendi içinde sayıkladıklarını, ameliyat etmek için okudum. Bugünkü yaşımın ve ruh halimin aynasından bakarak, metni derinlemesine uzun uzun sorgulayarak, farklı farklı duygular ve düşünceler türetmek hoşuma gitti.
”Yeraltından notlar”, 1864 yılında yazılmış olmasına rağmen, her çağdaki insanlara hitap edebilecek ve çok, ama çok soruyla baş başa bırakabilecek bir eser. Bazı soruların cevabı kolaydır belki de, ama birçok sorunun cevabını insanoğlu galiba ömür boyu aramak zorunda (:
Beni en çok zorlayan ve normal hayatta da içinden çıkamadığım bazı sorularan örnek vermek istiyorum:
=”Tembellik bir ünvan, istikbal midir?
=Ümitsizlik en yakıcı zevk midir?
=İnsan kendi kendine karşı tamamıyla samimi olabilir mi?
=İnsan çıkarlarının hepsini tek tek sayabilir mi?
=Nefret hayatımızın ve yüreğimizin ne kadarını kaplıyor?”
Herkesin kendisiyle baş başa kalıp, cevap vermesi gereken sorular. Hiç kıvırmadan, kendine yalan söylemeden hem de 🙂
Düşündükçe, kendi dünyamızın derinlerine indikçe bu soruların peşinden gelen yeni sorular ve artan sorulara daha da zor bulunan cevaplar.
Ben kafamda bu sorularla ilgili uçuşan cevapları yazmak yerine, bu sekizinci derecedeki memurun iki soruya verdiği cevapları palaşmayı tercih ediyorum…
”Medeniyet neyimizi yumuşatmıştır?
Medeniyet insanda duygu çeşitlerini arttırmaktan başka işe yaradığı yok. Duyguların çeşitlenmesiyle insan işi kan dökmekten zevk almaya kadar vardırabiliyor. Cinayetlerde en ince ustalıklar gösterenlerin çoğu zaman en medeni adamlar olduğuna hiç dikkat ettiniz mi? Kleopatra, cariyelerinin göğüslerine altın iğneler batırmayı sever, attıkları çığlıklardan, kıvranmalarından zevk alırmış…”
İkinci soru ise: ”İnsan olmak bize güç geliyor mu? Canlı hayata karşı tiksinti mi duyuyoruz?”
İnsan olmak, yani gerçek kendi vücuduna sahip, kanlı canlı bir insan olmak dahi bize güç geliyor; bundan utanıyor, ayıp sayıyor, bildik genel anlamda insan olmaya çabalıyoruz hep. Aslında biz ölü doğmuş yaratıklarız; zaten çoktandır canlı olmayan babalardan dünyaya geliyoruz ve bundan da gittikçe daha çok hoşlanıyoruz. Bundan zevk alıyoruz…”
Evet, sorular, sorular. Sonu gelmeyen sorular. Cevapları düşünüldükçe düşünülmesi gereken sorular 🙂
0 Comments