Hayat ve ölüm


0
3 shares

”İnsanın varoluş hikayesini şekillendiren güdü merak, araç ise yaratıcı düşünce”

Tolstoy’un ”İtirafları”nı okurken, Genç Sakya-Muni hikayesi bana çocukluk evimin yakınındaki mezarlığı hatırlattı…

İlkokul yıllarımda kabuslarımı süsleyen, Ortaokul yıllarımda ise hayal gücümün zenginleşmesine sebep olan bir Bulgar mezarlığı. Korkularımın ve hayal gücümün iyi iki arkadaş gibi anlaşabileceğini keşfettiğim yıllar.

Tek başıma mezarlığın yanından geçerken kalbim hızla atmaya, elim ayağım titremeye başlar başlamaz hemen mezar taşlarının üstündeki bir ismi seçer; ona uygun bir meslek, kişilik ve hayat elbisesi biçmeye başlardım. Bir süre sonra bu tasarım oyunu sayesinde korkularım uçup giderdi.

Lise yıllarında ise o mezarlık çok daha fazla hayatımın merkezinde yer almaya başlamıştı. Oradan geçerken konuşan, gülen, ağlayan ve yalvaran sesler duymaya başlamıştım. Doğal olarak arkadaşlarım ve ailem kafayı yediğimi düşündüler 🙂

”Sen delisin” cümlesinden kurtulmak için duyduğum, duymadığım, hissettiğim hissetmediğim, bildiğim veya bilmediğim her şeyi yazmaya başladım. Ana tema tabii ki ölüm olduğu için, yazdıklarımı hiç kimseye göstermedim.

Ama kendimi bildim bileli hayatı, ölümü ve varoluşu kendince sorgulayan bir çocuktum.

Lise yıllarındaki sorgulamalarım sonucunda, ölmek için yaşadığımızı ve ölmek için dünyaya geldiğimizi kabul etmiş ve ölülerden korkmamaya karar vermiştim 🙂

Daha sonra o mezarlık yıkıldı ve yerine bir park yapıldı. Geceleri parktan geçen bazı insanlar garip sesler duyduklarını söylemişti, ama onları da kimse ciddiye almamıştı 🙂

Tolstoy’un Genç Sakya-Muni hikayesine gelince… Onu da paylaşmak istiyorum. Mutlaka okuyun derim. Çünkü her okuduğunuzda farklı bir sonuç çıkarma ihtimaliniz var, ama yaratıcı düşüncenizi harekete geçirmeniz şartıyla 🙂

”Hastalıkların, yaşlılığın ve ölümün kendisinden gizlendiği mutlu veliaht prens, genç Sakya-Muni arabayla gezerken dişsiz ve ağızından salyalar akan korkunç bir ihtiyar görür. Kendisinden hala yaşlılığın saklandığı veliaht prens şaşırır ve arabacıya bu kişinin kim olduğunu, neden böyle acınası, tiksindirici ve çirkin bir hale geldiğini sorar.

Bu durumun tüm insanların kaderi olduğunu, kendi başına da aynı şeyin geleceğini ve bundan kaçamayacağını öğrendiğinde gezmeye gitmekten vazgeçip, bunu düşünmek üzere geri dönmeye karar verir. Ve tek başına bir yere kapanıp düşünür.

Muhtemelen kendini bir şekilde avutmuştur ki yeniden neşeli ve mutlu bir şekilde dolaşmaya çıkar. Ama bu sefer karşısına bir hasta çıkar. Bitap düşmüş, rengi solmuş, eli ayağı titreyen e bulanık gözlerle bakan hastayı görür.

Hastalık kavramından haberdar edilmemiş olan veliaht prens arabayı durdurur ve arabacıya, gördüğü manzaranın ne olduğunu sorar. Bunun kendisi gibi tüm insanların etkileneceği bir hastalık olduğunu, sağlıklı ve mutlu olsa da ertesi gün aynı şekilde hastalanabileceğini öğrendiğinde prens neşesini kaybeder, geri dönmeyi emreder ve yeniden teselli arar.

Muhtemelen bulur da, zira üçüncü defa dolaşmaya çıkar. Ama üçüncü sefer yeni bir manzarayla karşılaşır. İnsanların bir şey taşıdıklarını görür. ”Nedir bu?” diye sorar. ”Ölü insan”diye cevap verirler.

”Ne demek ölü?” diye sorar prens. Ölümün o adam gibi olmak olduğunu söylerler. Veliaht Prens ölüye yaklaşır, üstündeki örtüyü kaldırır ve ona bakar. ”Peki şimdi ne olacak?” diye sorar. Ölüyü toprağa gömeceklerini söylerler. ”Niye?” diye sorar prens. ”Çünkü o artık hiç bir zaman canlı olmayacak, ondan sadece kötü kokular çıkacak” derler.

”Tüm insanların kaderi bu mu? Bu benim de mi başıma gelecek? Beni de mi gömecekler ve benden de mi kötü kokular çıkacak?” diye sorar prens. ”Evet” derler.

”Geri dön! Gezmeye gitmiyoruz, bir daha da dolaşmaya çıkmayacağım!” der prens.

Sakya-Muni bundan sonra hayatında kendini avutabilecek hiçbir şey bulamaz…”


Like it? Share with your friends!

0
3 shares
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir