Günlük


3

Virginia Woolf yüzünden tekrar günlük tutmaya karar verdim…

Çocukluğumdan beri defalarca niyetlendim, hatta birkaç kez başladım, ama sonra vazgeçtim.

Vazgeçtim çünkü çırılçıplak soyunarak içimi döktüğüm, gerçeklerle yüzleşip olup biten her şeyi irdelediğim; kendimi ve etrafımdaki herkesi eleştirdiğim bu satırların birileri tarafından okunma ihtimali beni tedirgin etmişti. Birileri üzülebilir düşüncesi, yazdıklarımı yırtıp atmaya ve günlük yazmama noktasına getirmişti. Hem de yazma özgürlüğümü kendim kısıtladığımı bile bile. Üstelik kimsenin bundan haberi yoktu 🙂

Sonradan yazdıklarımı yırtıp attığım için çok üzüldüm.

Şimdi yazdıklarımı atmak deyince, aklıma yirmili yaşlarda yazdığım bir roman denemesi geldi…

Roman denemesi diyorum, çünkü ben ilkokuldan itibaren kendimce şiir ve öykü yazmaya çalışıyorum. Roman yazma hevesim hiç olmadı. Hala da yok.

Neyse, bir Yılbaşı gecesiydi. Annem ve babamla güzel bir yemek yemiş, sohbet etmiş, birazcık da rakı içmiştik 🙂

Yeni yılın ilk saniyelerinde birbirimize sarılıp, bir şeyler dilerken, babam benim için öyle bir cümle kurmuştu ki, yüreğim sıkışıp kalmış, ruhum paramparça olmuştu. Gözyaşlarımın akmasını engellemek için gülümseyip, yatmak için odama çekilmiştim.

Yıllardır kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım, o cümleyi bir türlü hatırlayamıyorum 🙁 Ama o gece odama gidip, kalem ve defteri alıp, masama oturarak beş-altı saat aralıksız nasıl yazdığımı çok net hatırlıyorum…

Ne susadım, ne yoruldum, ne tuvaletim geldi, ne de uykum .

Defteri açtım, ”Doğuştan yalnızlığa mahkum” diye bir başlık attım ve defter bitene kadar yazdım. Yazdıkça gözyaşlarım uçup gitti, yazdıkça hafifledim, yazdıkça yazmaktan aldığım keyif arttı.

İkinci bir defter almaya niyetlendiğim sırada annem odama girdi, ”Sen daha uyumadın mı? Yat, dinlen kızım, gözlerin bozulacak” diyerek ışığı kapattı.

Baygın baygın öğlene kadar uyumuşum. Mutfağa girip, babamın bana özel menemen pişirdiğini görünce, ona olan kırgınlığımı unuttum 🙂 Muhtemelen de canımı acıtan cümle o an uçup, gitti.

Birkaç gün sonra o defteri kitaplarımın arasında bulup, okudum. Okudukça nefesim daraldı, ama yazdıklarımı beğendim ve yazarak bazı yaralarımı iyileştirdiğimi fark ettim.

Oturup uzun uzun düşündüm ve yazdıklarımı annemle babam okuyup, üzülmesinler diye defteri yaktım. Yaktım çünkü o roman denemesi istenmeyen bir çocuğun hissettiklerini, düşündüklerini ve yaşadıklarını anlatıyordu. Yaktım, çünkü o çocuk artık kendi kendinin iyileştirmenin yolunu bulmuştu ve hiç kimseyi üzmeden bunu yapmak istiyordu.

Sonra Türkiye’ye geldik ve ben Türkçeyi doğru dürüst öğrenene kadar, bir iki yıl ders çalışmanın dışında, yazı yazmak için kalemi elime alamadım.

Ne acı bir tesadüftür ki ben yine babamın yüzünden yazmaya başladım. Ani ölümü karşısında öyle hazırlıksız ve çaresiz kaldım ki, kaleme sarılıp aklıma geleni yazdım. Hala da aklıma geleni yazıyorum. Ama artık yazdığım hiçbir şeyi atmıyorum.

Evimin her köşesinden defterler, kağıtlar fışkırabilir 🙂

Notlar, bitmiş bitmemiş öyküler, şiir denemeleri, deneme yazıları için biriktirilen araştırmalar, düşüne düşüne kurulan garip garip cümleler, yani birleştirilmesi ve sonu getirilmesi gereken yazı parçacıkları 🙂

Bütün bu parçacıkları toparlayabilmek için daha sık ve disiplinli bir şekilde yazmaya başlamam gerektiğini bana Virginia Woolf hatırlatı. Ona göre de her gün yazmak, sadece yazmak ve kelimelerle özgürce oynamayı öğrenmek için günlük tutmak şart, ”Saçmalayabildiğiniz kadar saçmalayın. Aptal olun, duygusal olun, içinizden gelen her sese kulak verin, dizginleri anlık arzulara bırakın. Kırın, dökün, aklınıza gelen abuk, sabuk, anlamsız sözlerle oluşturduğunuz gelişigüzel metinlerle öfkelenin, sevin, alay edin. Dil kurallarını önemsemeden yazın, yazın, yazın. Ta ki yazmayı öğrenene kadar…”

İşte ben de bu yüzden tekrar günlük tutmaya karar verdim 🙂


Like it? Share with your friends!

3
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir