Niçin uydurulur? Nasıl yaratılır?


1

”Bir kahramanın düşünde nasıl, niçin doğduğunu söyleyebilecek yazar var mıdır? Sanatta yaratmanın gizi, doğuşun gizi gibidir tıpkı. Seven bir kadın ana olmayı isteyebilir; ama ne denli güçlü olursa olsun, bu istek yetmez. Bir gün gelir, nasıl ve ne zaman başladığı iyice kestirilmeden ana oluverir. Tıpkı bunun gibi, sanatçı da pek çok sayıda yaşam tohumlarını özümler, bu canlı tohumlardan birini, günlük yaşamdaki değişken varlığı üstündeki bir katta yaşayan bir yaratık olmak üzere, bir an gelip de nasıl, niçin düşüne girdiğini hiçbir zaman kestiremez…”

İtalyan öykü ve oyun yazarı Luigi Pirandello‘nun bu sözleri beni önce gülümsetti. Sonra da zaman yolculuğuna çıkarttı.

Karşıma ablam dikildi, ”Rezil oluyoruz ya. Okulda öyle saçma sapan şarkılar öğretmiyorlar. Sen uyduruyorsun. Bir de bağıra bağıra söylüyorsun ya. İnsanlar rahatsız oluyor. Ben utanıyorum. Sus artık. Babama söyleyeceğim ve bir daha seninle yolculuk yapmayacağım” diye söylenmeye başladı.

Ben ona aldırmadan şarkılarımı söylemeye devam ettim. Üstelik otobüsteki teyzeler ve amcalar, ”Aferin sana” diye beni alkışlıyorlardı. Belki onlar da susmam için öyle yapıyorlardı, ama ben coştukça coşuyordum 🙂

O an aklıma gelenler veya pencereden gördüğüm manzaralar, hatta ablamın sinirden kıpkırmızı olan yüzü bile ilham kaynağım oluyordu 🙂

Bu eziyeti ablama kaç defa yaşattığımı hatırlamıyorum, ama babama değil de dedeme beni nasıl şikayet ettiğini çok iyi hatırlıyorum 🙂

Dedem, ”Kızım bunu içinden yapsan daha güzel ve eylenceli olur. Yazmayı öğrenince de yazarsın” dedi. Söyledikleri çok mantıklı geldi o an bana. Zaten bir süre sonra okula başladım ve daha ilk okulda şiir yazmaya başladım.

Yani ablamın sayesinde altı yaşından beri içimden uydurmaya devam ediyorum 🙂

Yıllar sonra ablam yine karşıma dikildi ve ikinci kitabımdaki bir öyküyü göstererek, ”O kişi senin anlattığın gibi bir kişi değildi. Bunu çok iyi biliyorsun” dedi ve imalı imalı baktı. O bakışlar, ”yine uyduruyorsun” diyordu.

”Belki de ben onu öyle görüyorum. Ya da olmasını istediğim gibi yazmayı tercih ediyorum abla. Olamaz mı” diye cevap vererek onu mutlu ettiğimi sanmıyorum.

”Ben altı yaşımdan beri içimden geldiği gibi yazıyorum. Yazmak beni mutlu ediyor. Üstelik yazdıklarımı senin gözüne sokmuyorum. İlla oku diye yalvarmıyorum. Zaten benim yazdıklarımı ya en son sen okuyorsun, ya da hiç okumuyorsun” diye eklemek istemiştim, ama sonra vazgeçtim.

Madem ki yazmak beni mutlu ediyor, gerisi hikaye deyip geçtim.

Bu uydurma konusunda eşimle de yıllardır bitmeyen bir didişmemiz vardır…

İlk öykü kitabımda, ”Delicesine sevişmek” diye bir öykü yazarken, ünlü bir işi adamın, başka ünlü bir erkekle olan ilişkisini anlatırken; kendimi ve eşimi öykünün merkezine koyup, öyle kurgulayarak yazmıştım.

Ama meğerse ben yakınen tanıdığım o iki erkeğin kimliklerini gizlemeye çalışırken, eşimin arkadaşlarının kafasında garip soru işaretlerine sebep olmuşum 🙁

Eşim karşıma dikilip,”Sen hayatı öykülerdeki gibi mi zannediyorsun” deyince kalakaldım.

Aydın diye geçinen, ellerinden kitaplar düşmeyen bu insanların beyin çapları beni şaşırttı. Onların adına üzüldüm, ama onlar öyle düşünüyorlar diye içimden geldiği gibi yazmaktan vazgeçmedim.

Çünkü ben başkaları için değil, önce kendim için yazıyorum. İsteyen okur, istemeyen okumaz ve isteyen istediği gibi düşünme ve eleştirme hakkına sahiptir.

Evet, öykülerde hayatın bir parçası anlatılır. İçine biraz gerçek, biraz kurgu, biraz mizah, v.s. katılır. Ama hiç bir öykü hayat kadar gerçek değildir ve hiç bir öykü hayatın kendisi kadar acıtmaz.

Yazı sihirdir, sihir. İnsanı bir yerden alır, başka yerlere götürür. Düşündürür, eylendirir, hüzünlendirir, ağlatır, ya da güldürür. Bazen de gerçekleri unutturarak ilaç gibi gelir 🙂

Bakın bugün küçücük bir paragraf beni nerelere götürdü ve neler hatırlattı.

Uydurmak, düşünmek, hayal kurmak, yazmak, çizmek güzeldir. Herkese tavsiye ederim 🙂


Like it? Share with your friends!

1
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir