Hayatımız boyunca sınavlardan geçeriz. Her gün bir şeylerin sınavını verirken, bir şeyler kaybeder, bir şeyler kazanırız.
Gençliğimizde o sınavlar bizi büyütür ve olgunlaştırır. Yaşlandıkça vermemiz gereken sınavların azalıp, biteceğini zannederiz.
Ama yaşlandığımızda verilmesi en zor sınavın, aslında sevgi anlayışımızın olduğunu öğreniriz…
Bedenimiz bizi dinlememeye başladığında, kendi kendimize yetmemeye başladığımızda veya sevdiğimiz gözümüzün önünde acı çekmeye başlarsa neler yaparız acaba…
Sevgi ve bağlılık bu durumla başa çıkmaya ne kadar ve nereye kadar yeter…
İşte bütün bunları bize düşündürtmeye, anlatmaya çalışmış Michael Haneke.
Çok sevdiği bir kişinin acı çekmesini ve yaşamını yitirmesine tanık olur ve aşkın ölüm üzerinde, ölümün de aşkın üzerindeki gücünü sorgulayan bu filmi yapmaya karar vermiş.
‘’Yaşlılık sevgi anlayışımızın, daha doğrusu insanlığımızın son sınavıdır. Bilgelik bedenin çaresizliğine derman olabilir mi? Beden iflas ettiğinde ne kadar onurlu olabiliriz? Bunlarla ilgileniyorum. Ben kendimi bu yaşta, 70 yaşında daha akıllanmış hissetmiyorum…’’
‘’Amuor’’ öyle bir kaç kez seyredilebilecek bir film değil. Çünkü seyredildiğinde derinden sarsar, acıtıcı gerçeklerden kaçma isteği uyandırır, derin izler bırakır…
FİLMDEN SATIRLAR
‘’Yoksun… Nerdesin? Sen yoksan ben var mıyım? Kim kurtarabilir beni? Zaten sevdiğinden başka kim kurtarabilir ki sevgiliyi?
Peki hatırlıyor musun? Sonun başlangıcını hatırlıyor musun?
Konser için Theatre des Champs Elysees’ye gitmiştik. Dördüncü sırada oturuyorduk. Eski talebelerinden Alelexandre’ın konserinde ne kadar gurur duymuştun hatırlıyor musun? Daha sonra kulise gidip onu tebrik ettik. Otobüsle eve dönerken mutluluğu gözlerinde okumak mümkündü…
Sabah kahvaltı masasında bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamadın bile. Sen boşluğa bakmaya başlayınca da, çayı yanlış bir yere dökünce de ben çok korktum. Benim reaksiyonuma bakıp belki de aklımı kaçırdığımı düşündün.
İster istemez doktora gittik. 80’li yaşlardayız artık.
Başarılı olmayan ameliyattan sonra eve geri döndüğümüz zaman üzerine titrememe izin vermedin.
Haklıydın elbette ama elini tutmaya o kadar alışmışken bir anda nasıl bırakabilirdim?
Başından sonuna kadar isteklerine saygılı oldum. Söz verdiğim gibi hastaneye götürüp bırakmadım seni. Tekerlekli sandalyeye mahkum olduğunda çıtımı bile çıkarmadım.
Eva benim de kızım, ama uzaktan gelip her şeye karışması, birlikte verdiğimiz kararları sorgulaması ister istemez beni çileden çıkarıyor.
Senin için zorluk çektiğimi düşünemezsin. Benim de kan şekerim var, halden anlıyorum. Saçını yıkamak, tuvalete gitmene yardımcı olmak, yatağını değiştirmek mesele değil…
Sinirlenmene ne gerek var? Eva’nın gözyaşlarını tutamamasına aldırış etme sen. Seni, onun seni sevdiği kadar sevdiğime inandırmak için bazen akla karayı seçiyorum…
Hemşirelerle uğraşmak da zor aslında. Sana iyi davranmayan bir hemşireye söylediğim sözler, ettiğim temenniler beni de şaşırtıyor.
Oysa sen de melek değilsin, bana her zaman yardımcı olduğunu söylemek güç. Biraz su içmek o kadar mı zor?
Olsun… Bizim aşkımızla üstünden gelemeyeceğimiz bir engel yok. Yeter ki sen rahat ol’’…
0 Comments