”Her çeviren kendi dünyasına çekmiş Hamlet’i ”
Yazıma özellikle Sabahattin Eyüboğlunun bu sözüyle başlamak istiyorum.
Çünkü bu söz yıllardır bazı çevirilerin bazı eserleri nasıl kuşa çevirdiği, şekil değiştirip, tanınmaz hale getirdiği konusunda biriken sancılarımı harekete geçirdi 🙁
Bu konuda birilerini eleştirmeye ve büyük büyük konuşmaya haddimin olmadığını düşünmekle birlikte, Rusça okumuş olduğum bazı Rus yazarlarının eserlerini Türkçe okurken , yüreğimin sıkıştığını söyleyebilirim.
”Bir tatlı beladır bu dilden dile çeviri” diyor Sabahattin Eyüboğlu. Aynen öyle. Belki de o yüzden herkes bu belaya bulaşmamalı.
Gelelim Hamlet’in çevirisine…
Sabahattin Eyüboğlu ingilizcesinin yeterli olmayabileceğini düşünerek, Fransızca ve Türkçe bulabileceği birçok çevirilere başvurarak çalışmış bu eserin üzerinde. Çalışırken de her çevirenin Shakespeare’yi başka bir hale soktuğunu görmüş. Kendi çevirisi ile ilgili açık yüreklilikle de şunu söyleyebilmiş, ”Yeniden çevirmeye yüzüm ve gücüm olsa her söz üstünde yeniden arpacı kumrusu gibi düşüneceğim ve belki de bir hayli değiştireceğim bir metin olur” 🙂
Keşke bütün çevirmenler böyle düşünebilse.
Ben Hamlet‘i ilk kez orta okulda Bulgarca okudum. Lisede ise Rusça. Türkiye’ye geldikten sonra, üniversite yıllarında Türkçe okumaya niyetlendim. Sanırım Halide Edip Adıvar çevirisiydi. Dili çok ağır geldi. Hiçbir şey anlamadım. Çünkü türkçem yeterli değildi. O gündür bugündür tekrar okumayı hep erteledim.
Tiyatroda, sinemada Hamlet’in birkaç versiyonunu seyrettim, ama kitabı okumaya ancak sıra geldi 🙂
Okurken ne hissettim, ne düşümdüm?
İlk kez okuyormuşum gibi heyecanlandım, büyülendim ve tekrar Shakespeare’ye hayran oldum. Zaten çocukluğumdan beri o benim için bir sihirbaz, kelime cambazı, insan ve insanlık üstadı.
Öyle bir üstat ki asırlardır okunup, tartışılıyor. Sonsuza kadar da okunmaya devam edilecek. Her yeni nesil onun yazdıklarından yola çıkarak, yeni dünyalar keşfetmek için; görmenin, düşünmenin ve yaratmanın yeni bir rengin ve şeklin peşine düşecek.
En önemlisi de insanlık tarihi boyunca en sık ve en çok sorulan soru şüphesiz, ”Var olmak mı, yok olmak mı” olacak 🙂
Üstadın da söylediği gibi,
”Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter! demesi mi?”
0 Comments