”Artık kendi varlığını hissetmiyordu. Bedeni ona yabancıydı. Bedenini alet olarak kullanıyordu. Niçin olduğunu bilmese de hayatta kalmak istiyordu”
Yedi yüzden fazla savunma yapmış bir ceza avukatın kaleminden süzülen gerçek hikayeler.
Toplum kurallarının dışında yaşamaya zorlanan ya da yaşamayı tercih eden; yalnızlığa, acı çekmeye, hatta ölüme terk edilen insanların hikayeleri.
Eylence, zevk olsun diye işlenen suçlar, farkında olmadan ya da planlı, programlı bir şekilde işlenen cinayetler. Bazıları insanın kanının donduruyor, bazıları ise her türlü mantığı devre dışı bırakıyor.
Bırakıyor çünkü, en absürd hikayelerin gerçek, en inandırıcı hikayelerin ise yalan olabileceği gerçeği ile yüzleşiyor insan okurken 🙁
”Suçlu gerçekten suçlu mu”, ”Cezalandırılmalı mı” sorularını sorarken, acıma duygusunun dereye girme ihtimali de tedirgin ediyor.
Beni en çok etkileyen, Kanibalizm etrafında dönen ”Aşk” hikayesi oldu (:
Hepimizin bildiği gibi insanlar açlıktan, dini sebeplerden ya da genellikle cinsel kökenli ağır kişilik bozukluklardan dolayı insan eti yer.
Yazar kanibalizmle ilgili, hukuk tarihinde insan aklının almadığı, alamayacağı birkaç örnek veriyor…
” Avusturya’nın Steirmark eyaletinde, 18 yüzyılda, Paul Reisinger altı bakire genç kızın atan kalbini yedi; dokuz tane yemeği başarırsa, kendini görünmez kılacağına inanıyodu. Peter Kürten kurbanlarının kanını içerdi. 70’li yıllarda Joachim Kroll, öldürdüğü en az sekiz kişiyi, 1948’de Berbard Ochme ise kendi kız kardeşini yedi.
Karl Danke, 1924’te tutuklandığında, mutfağında bilimum insan parçaları bulundu: Sirkeye yatırılmış et parçaları, kemik dolu bir kova, erimiş yağla dolu tencereler ve içinde yüzlerce insan dişi bulunan bir çuval. Danke’nin üzerinde insan derisinden dikilmiş bir pantolon askısı vardı, askının üzerinde meme uçları görülüyordu. İssei Sagawa, 1981’de Paris’te sevgilisini yedi. İfadesinde kızı çok sevdiğini söyledi…”
Bu son cümledeki sevgi kelimesi insanın zihnine ok gibi saplanıyor ve yorum yapamayacak hale getiriyor 🙁
0 Comments