”Sen çırılçıplak bir gecede başını gökyüzüne çevirip yeni yeni yıldızlar görürsen, bil ki insanlar için kendilerini yakmış olan calardır”
Bu kitabı ilk 1993 yılında okudum. Gerçek hikayelerden yola çıkıldığı için de okuduklarımdan çok etkilendim, ama okuduklarıma inanmak istemedim 🙁
1990 yılında Türkiye’ye göç eden bir Türk olarak, 12 Eylül döneminde yaşananları anlayabilmek için elime geçen her şeyi okumaya çalışıyordum. Okudukça da hep aynı düşünce beynimde dolaşıp durdu. O dönemde Türkiye’de yaşıyor olsaydım, her halde ben de devrimci olur, belki de hapse girerdim.
Yirmi beş yıl sonra bu kitabı tekrar okumak bende yine aynı duyguları ve aynı düşünceleri harekete geçirdi. Hatta belki de hikayeleri daha iyi anladığım için, yüreğim daha çok sıkıştı. Yer yer okuduklarıma yorum yapamayacak kadar sıkıştı hem de 🙁
”Önce bacaklarının arasında soğumaya başlayan bir ıslaklık hissetti, yüzü utançla kızardı. Sonra tüm benliğini çılgınca bir yaşama sevinci kapladı. Yüreğinde heyecanlı çarpıntıların yanı sıra, kimseyi ele vermemiş olmanın rahatlığını duydu”.
Şimdi çok daha iyi anlıyorum o dönemi fazlasıyla bedel ödeyerek yaşayanların, neden bazı gerçeklerle yüzleşmek istediklerini. Çünkü o dönemde, ”Tek sesli bir kültürden, daha demokrasinin D’sini öğrenmeden sosyalizme gelmiştik”; ve en önemlisi de, ”Soru sormak, kuşku duymak: İhanetti. Susmak, uyumlu olmak, erdem. Böylesine kör, ortaçağvari bir bağlılık, yıllarca kapalı kalmış kapıların, pencerelerin ansızın açılıvermesiyle direnç bile göstermeden çözülüverdi”:(
En çok ”78’linin mektubu” ve ”Ölümün hükmü yok” öykülerini okurken nefesim daraldı.
Şu satırlar mesela okumama ara verip, düşünmeme sebep oldu. Düşündüm, düşündüm, ama hiç yorum yapamadım: ”Gözaltına alınmadan önce inandıklarına şimdi de inanıyordu. Ama bunu kanıtlamak için ölmesi şart mıydı? Üstelik ölüme böyle göz göre göre, adım adım gitmek”.
En çok ”Gökyüzünde yıldız olmak” öyküsünü sevdim. Çünkü Rasim Amcadan, güzel hikaye anlatmanın sırrını öğrendim: ”Anlatılanlar ne kadar doğru, ne kadar güzel olursa olsun can kulağıyla dinlenmesi için, anlatıcının elinin de, sesinin de, yüreğinin de titremesi gerekiyor”:)
Ahmet Ümit, ne kadar güzel romanlar yazarsa yazsın, bu öykü kitabın yeri benim için hep özel kalacak.
Yazımı. ”Sığınak” öyküsündeki kahramanın sorusuyla bitirmek istiyorum: ”Yüreğinizin tüm dünyayı içine alacak kadar büyüdüğünü ve aynı anda bir toz zerresi kadar küçüldüğünü hissettiniz mi hiç? Mutluluk bu kadar mı uzak?”
Ben bu sorunun cevabını veremedim 🙁 Ya siz? Verebilir misiniz?
0 Comments