Geçecek mi – Gökhan Çınar


-2

”İçimde bir sıkıntı var benim. Bana ait. Anlarsam geçer, dinlersem konuşur, kaçmazsam öğretir. Yaşarsam geçer. Fark edip, kilidini açarsam, söz olup uçarsam, gözyaşı olup akarsam, hareketlenip uyanırsam, tamamlayıp doyarsam geçer sıkıntım…”

Gökhan Çınar ismini ilk kez yedi sekiz ay önce bir arkadaşımdan duymuştum, ama üzerinde pek durmamıştım. Sonra da unutmuştum.

Pandemi döneminde evlerimize kapandığımız günlerde, kendime sorduğumu soruları susturmak ve beynimin içindekileri bir süreliğine de olsa duymamak için internette seyredebileceğim bir film ararken, Katarsiz programını keşfettim.

Değişik hikayelerin ve birbirinden farklı insan manzaralarının peşine takılıp, kendimi yine aynanın karşısında buldum. Yine sorularla baş başa kaldım.

”Geçecek mi” kitabını alıp, okumaya başladığımda da aynanın karşısından kalkamadım ve sorular her tarafımı sarmaya devam etti. Çok iyi bildiğim ve fazlasıyla haşır neşir olduğum sorular. Ama bu defa onlardan kaçamadım. Farklı farklı cevaplar bulabilmek için yüreğimi ve beynimi zorladım 🙁

”Kökünü anlamadan büyüyemezsin ki sen. Seni ne incittiyse hep ondan yara alırsın”.

Ben yıllardır köklerimi anlamak, oradan kaynaklanan sorunlarımla yüzleşmek için uğraşıyorum. Bazılarını çözdüm, ama bir tanesini sanırım son nefesime kadar çözemeyeceğim. Çünkü hayata gözlerimi açtığım ve aldığım ilk nefeste yaşanan bir travma. Buna sebep olan herkesi çoktan affettim, ama affetmem kişiliğimde kök salan yalnızlığı değiştiremedi.

”Yalnızlık. Herkese nasıl da uğruyor. Bazen bağıra çağıra gelip kuruluyor hayatın başköşesine. Bazen sessiz sedasız yakalıyor bir kuytuda” diyor yazar. Ne kadar doğru.

Etrafımdaki insanlar bazen beni anlamakta çok zorlansa da, ben neden yalnızlığı çok sevdiğimi, neden yalnızlıkta huzur bulduğumu; neden çok sevilsem bile sadece kendime güvendiğimi çok iyi biliyorum. Ve ne yaparsan yapayım, bunu değiştiremeyeceğimi de çok iyi biliyorum.

Kitapta en çok yüreğime dokunan, yüreğimi ısıtan sözler şunlar oldu: ”Sesler yetmediğinde, sözüm duyulmadığında, dilim dönmediğinde yazmaya başladım. Yazmak bana çok soğukta kalın bir örtüye sarılmak gibi geldi. ‘Sen kimsin ki?’ sorusunun cevabını buldum yazarak. Kızınca kum torbam, utanınca barakam, korkunca zırhım oldu yazmak. Ölümü yok saymayıp, yaşamak için yazdım. Yazdıkça kendimi kendimden doğurdum yeniden”.

Beni bana hatırlatam, kendimi bulduğum, hatta ‘bunları ben yazmış olabilirim’ 🙂 dedirten sözler. Çünkü benim de çocukluğumdan beri tek ilacım yazmak 🙂

Şu sözü de çok sevdim: ”Acını, korkunu, utancını, öfkeni, sevincini sahiplenerek başla neye başlıyorsan. Hatalarınla tüm hayatını karartmadan , sana söylenen her sözü senin sanmadan, kendi acınla bir başkasını vurmadan yaşa kendini…”

Ben de öyle yapmaya çalışıyorum. Beni yok sayıp, sevgisizlikle cezalandıranlara rağmen her varlığa sevgiyle yaklaşıp, etrafımdaki herkesin yaralarını iyileştirmeye ve sorunlarını çözmeye çalışıyorum.

”Eksik anılarımızın hüznüne ağladım” cümlesi göz yaşlarımı harekete geçirip, hüzünlü bir yolculuğa çıkardığını itiraf edebilirim 🙂

Kitabı okurken, beni öykü yazmaya davet edem cümleler ise şunlar oldu: ”Hastane odasında tepesinde serumlar, yakın çevresinde gözyaşı akıp duruyormuş. Hayata tutunmak istemiş. Göreceği günleri olduğuna inanıyormuş. ‘Çok yaşamaz, böyle yaşamak olmaz’ demişler. Yaşamdan vazgeçmiş…”

Ben bu kitabı çok sevdim. Çok içten ve samimi bir dille yazılmış. Soru sorduran, düşündüren, gerçeklerle yüzleşmek için aynanın karşısına oturtan ve sorunları çözmeye davet eden bir anlatım.

Yani ilaç gibi kitap diyebilirim 🙂


Like it? Share with your friends!

-2
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir