”Yazmak bir dağa tırmanmak gibidir. Tehlikeli ve güçtür, ama heyecan vericidir. Bütün yıpratıcılığına rağmen, başka hiçbir şey beni yazmak kadar mutlu etmiyor”
İnci Aral’ın her kitabı bende hep aynı duyguları uyandırıyor ve hep aynı yolculuğa çıkarıyor. Durakları, kahramanları ve hikayeleri farklı olsa da; hep bir kendini dinleme, hissetme ve anlama yolculuğu…
Elime sanki bir ayna veriyor ve kendi içime doğru yürüyerek, sessizliğin en derin noktalarında her sözcüğün büyüsünü hissetmemi sağlıyor. Hissetmeye başladığımda onu daha iyi anlamaya, kendime daha yakın hissetmeye ve bir noktadan sonra da onda kendimden bir parça keşfetmeye başlıyorum 🙂
Şu satırlarda mesela sanki beni anlatıyor: ”Ben dönüp dolaşıp, kendi uydurduklarına önce kendileri inanan yalancılar gibi hissederim kendimi çoğu zaman. Düşlerimle gerçek yaşamımı birbirine karıştırdığım olur. Bütünüyle kurduğum, öykülerimde can verdiğim kişiler, insanlar sanki sahiden varmışlar da bir yerlerde yaşamlarını sürdürmekteymişler sanırım”.
Ben çocukluğumdan beri bunu yaparım 🙂 Bazen hatlar öyle karışır ki, farkına varmadan kafamda var olan o dünyadaki insanlara ve hikayelerine fazlasıyla üzülür, kendimi hırpalar ve ağlarım. Çevremdekilerin bakışlarıyla kendime geldiğimde, durumu kurtarmak için genelde mizaha başvururum 🙂
Zaten edebiyat bir oyun değil midir? ”Kurulan, inşa edilen bir şeydir. Çözmez, ipucu verir, açıklamaz, şifreler. Böylece dünyayı ve yaşamı yazı yoluyla yeniden kurar. Edebiyat hem yazanı hem okuyanı kendi derinliğinden, başka insanların derinliklerine götürür; bildiği ama dile getirmede zorlandığı yaşantı, durum ve kırgınlıklarla yüz yüze gelmenin acıtıcı deneyimine sürükler”
Bu kitabı okuduğum süre boyunca İnci Aral sık sık şu cümleyi kulağıma fısıldadı: ”Sözcüklerin içindedir yazar, sözcükler onun aynasıdır” 🙂
Bence o aynanın en tepesinde SABIR, TUTKU ve SONSUZ AŞK yazıyor. Çünkü ”Edebiyat uzun bir yoldur, süreklilik ve inat ister. Üstelik saati çok ağır çalışır. Kağıttan yapılmış yazarlık tacını başınıza kondurabilmek için kimi zaman bir ömür gerekir” diyor İnci Aral. Ona katılmamak imkansız.
Bilenler bilir, ben öykü türüne aşık bir hayalperestim 🙂 O yüzden İnci Aral’ın şu sözleriyle yazımı noktalamak istiyorum:
”Su gibi akıcı, şiir gibi vurucu, ışık kadar kuşatıcı olmalı bir öykünün başı. Ben öykülerimi anlatırken gördüklerimi duymaya, duyduklarımı görmeye; sezgilerimi ve düşlerimi yaşantıya dönüştürmeye çalıştım hep. Öykü yazmak sonu bilinmeyen bir yolculuktur çoğu zaman”.
İnci Aral çok, ama çok sevdiğim bir yazardır. Her kitabıyla benim dünyamı zenginleştirip, ruhumu mutlu ettiği için ona ne kadar teşekkür etsem azdır 🙂
0 Comments