‘’Efsaneler denizdeydiler ve gittikleri yerlere kendi efsanelerini de götüreceklerini henüz bilmiyorlardı’’ cümlesiyle romana başlayan İskender Pala, benim kalbimin kapısını çaldı ve bir mucizeye sebep oldu 🙂
Benden kaynaklanmayan ve çocukluğumdan gelen bazı sebeplerden dolayı tarihi romanları ve özellikle de Osmanlı dönemini anlatan romanları pek okuyamam 🙁
Ama kuzenimin ısrarıyla bu kitabı okumaya başladım ve bitirmeden de bırakamadım…
İskender Pala bir sihirbaz gibi yüreğimin kapısını açtı ve bir gül sepetin içinde ısırılmış üç elma efsanesinin peşinden sürükledi 🙂
‘’Efsane kurmak kadar, efsaneyi yazmak da efsaneye dahildir’’ sözüne sonuna kadar katılıyorum.
İskender Pala o efsaneleri sevdirerek ve büyüsüne kapılıp, o efsanenin bir parçası olacak derinlikte ve güzellikte anlatıyor.
Anlatırken de tarihin ve insanın denizine açılmayı ve orada yaşananları anlamayı öğretiyor 🙂
En önemlisi de doğru kişiyi bulmanın; aşkın yıllarca bekleyerek, sabrederek ve acılar içinde hayaller kurarak, onun için savaşarak ve asla vazgeçmemek olduğunu hatırlatıyor…
Anlattığı efsanenin anahtarı ise: ‘’Doğru kişi, kulağından gireni kalbinde saklayan kişidir’’ 🙂 🙂 🙂
Çok, çok sevdim:)
Mutlaka, ama mutlaka okuyun derim …
0 Comments