”Dünyada tek bir ülke olsaydı, başkenti Konstantiniyye olurdu”- Napoleon
Çok iddialı, ama İstanbul’u seven herkesin hoşuna gidecek bir söz değil mi 🙂
Kitabın başlığı, kitabın konusu da çok iddialı. Gerçi İstanbul’u anlatan, anlatmaya çalışılan ve yansıtan her şey iddialı olmalıdır bana göre 🙂
Roman, Konstantiniyye Otelin, 2014 yılı, Aralık ayındaki açılış gecesi etrafında dönüyor. Hem de ne dönme 🙂 Bir romana, kocaman bir ülkeden bile daha büyük bir dünyanın içine binlerce hikaye ve birbirinden farklı karakterler sığdırılmış.
Okurken her şey ve herkes çok tanıdık geliyor. O yüzden de her hikayenin sonunu tahmin etmek kolaylaşıyor.
Yani Livaneli bu romanıyla kendine ve hepimize aynayı çevirip, ”Hele bir bakın bakalım ne haldeyiz? Memnun musunuz gördüklerinizden?” dercesine bir anlatım kullanmış.
O aynada kendimize ve etrafımıza baktığımızda, tıpkı hayatta olduğu gibi bazen memnun oluyoruz, bazen de mutsuz. Ama iyi ki de hepimizin farklı farklı hikayeleri var.
Zaten bu farklı farklı hikayeler, birbirinden renkli ve şaşırtıcı, bazen şok edici, bazen de korkutucu olaylardır, İstanbul’u İstanbul yapan. İstanbul’da yaşayanları da diğer insanlardan farklılaştıran da elbette ki 🙂
Tarihin her döneminde, tıpkı günümüzde olduğu gibi İstanbul’u anlamak için onu yaşamak, iliklerine kadar hissedip anlamaya çalışırken, üzülmek, hatta isyan etmek şart 🙂 En önemlisi de isyan ede de ondan ayrılamamak şart 🙂
Hem de sinir harplerinin, şiddetin, yalnızlığın, bazen de korkunun büyük harflerle yaşandığı bir şehir olmasına rağmen 🙁
Okuyun derim. Kendi hikayenizi de satırlar arasında bulacağınıza garanti ederim.
Ben buldum 🙂 Gördüklerimi evirdim, çevirdim; düzeltmem ve güzelleştirmem gereken noktaları da yakaladım 🙂
Yazımı romanda en çok hoşuma giden cümleyle noktalamak istiyorum: ”İyi yazarlar insanlığı değil insanları, daha çok da kendilerini anlatır. Yazdıklarının insanlığı temsil edip etmediğine ise başkaları karar verir, daha çok da okurları” 🙂
0 Comments