Yalnızlık bir yağmura benzer
Yükselir akşamları denizlerden,
Uzak, ıssız ovalardan eser,
Ağar gider göklere, her zaman göklerdedir
Ve kentin üstüne göklerden düşer.
Erselik saatlerde yağar yere;
Yüzlerini sabaha döndürdükçe sokaklar
Umduğunu bulamamış, üzgün yaşlı
Ayrılınca birbiriden gövdeleri;
Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde
Yatarken aynı yatakta yan yana
Akar akar yalnızlık ırmaklarca.
Rainer Maria Rilke’nin bu lirik şiiri, benim en sevdiğim şiirlerden biridir 🙂
Yirmili yaşlarımda keşfetmiştim onu ve o günden beri her okuduğumda bana yalnızlığın farklı bir rengini, kokusunu ve duygusunu hatırlatıp, farklı ve yeni düşüncelere sürüklemiştir…
Aslında Yalnızlık, benim çok sevdiğim ve üzerinde kafa yorduğum bir kavramdır. Belki de hep yalnız bir insan olduğum içindir.
Kendimi bildim bileli, kalabalığın ve kargaşanın içinde olduğu kadar, mutluluk çemberinin tam ortasında da yanızlık benim en iyi arkadaşım oldu. Beş, altı yaşlarında, hayatımın en mutlu döneminde, yani çocukluğumda keşfetmiştim kendisini 🙂
Anneannemle ve dedemle köyde kalıyordum. Kocaman bahçeli, bol çiçekli, ağaçlı ve çeşit çeşit hayvanlarla dolu evleri vardı.
Onlar sabahları erkenden kalkar ve işlerini bitirince, gündüzleri yatıp, dinlenirlerdi. Bense o muhteşem doğanın ortasında, dünyayı keşfetmeye, küçücük beynimle sorular sormaya ve kendimce cevaplar bulmaya çalışırdım. O saatlerde sessizlik en büyük ve en güzel yalnızlıktı benim için.
Sonra bir bacağı kopmuş ve hayatta kalmak için çırpınan bir böcekti. Arkadaşlarından geri kalan ve taşıdığı yükün altında ezilen bir karıncaydı. Ya da kanadı kırılmış bir kuşun, yuvasında ailesinin ona yiyecek getirmesini beklemekti yalnızlık…
O yaşlarda benim için dünyadaki en yalnız varlıklar Tanrı ve Güneşti. Hep yalnızdılar çünkü gökyüzünde.
Geceleri ise beni en çok düşündüren ve hüzünlendiren Ay dedenin yalnızlığıydı. Çünkü hem yalnızdı, hem de hep karanlıkta duruyordu 🙁
Yaşım ilerledikçe yalnızlık kavramına yüklediğim anlamlar değişti elbette ki…
İnsanoğlunun o büyük yalnızlığını, doğaya karşı çaresizliğini ve bunların aslında yaratıcı, bazen de yıkıcı bir güce dönüşülebileceğini keşfettim.
Sonra da mutluluk çemberimin içine kendi yalnızlık çemberimi çizip, büyüttüm ve sevdim 🙂
Yalnızlık en çok da aynadır benim için. Gözlerimin taaa içine bakıp, ruhuma gülümsemektir. Sonra da yüreğimin, beynimin en derin köşelerine dalıp, kendimi dinlemektir.
Belki de o yüzden sessizliği bu kadar çok seviyorum. Kendimi dinlemek, etrafımdaki her şeyi daha iyi duyup, hissetmek ve deriiiin nefesler alabilmek için 🙂
Aynı zamanda sessizlik benim en iyi ilacımdır. İçe dönüş, doğaya dönüş, öze dönüş. Düşünmek, hatırlamak, kıymet bilmek ve şükretmek için…
Bugünlerde hepimizin fazlasıyla ihtiyacı olan şeyler 🙂
0 Comments