Bu kitabı okurken, kendimi yazarın mutfağında oturmuş, onunla sohbet ediyormuşum hissine kapıldım 🙂
Samimi, içten ve sımsıcak bir sohbet…
Hikaye dinlemeyi ve hikaye uydurmayı seven iki yaramaz çocuk gibi hem eylendik, hem hüzünlendik. Çünkü hikahe seven insanlar anlatırken de, dinlerken de hikayeyi yaşarlar 🙁
Anıların dünyasından yola çıkıp, gerçekler dünyasında dolaştık biraz. Ama pek fazla oyalanmadan hayaller dünyasına daldık…
Hayallerimizdeki birçok ortak noktamızı keşfettik 🙂 İkimiz de öykü hırsızı olmakla övündük 🙂
Hayatlarından küçük küçük parçalar çaldığımız arkadaşlarımızı, akrabalarımızı ve komşularımızı birbirimize anlattık 🙂
Vee elbetteki en çok da aşkı konuştuk…
İmkansız aşklarımızı, yarım kalmış aşklarımızı, yaşayabilecekken yaşayamadığımız aşklarımızı… Yaşadığımız ve yaşamak istediğimiz aşklarımızı…
Ferzan Özpetek, beni aynı anda iki insanı sevmek mümkün olduğu konusunda ikna etmeye çalıştı…
Gülümseyerek annesinin bir sözünü, kulağıma fısıldadı :’’ Hiçbir şey aşktan daha önemli değildir…’’
Ona göre aşkın ana noktası ise, akşamları kapıda bekleyen birinin olmasıydı 🙂
‘’Seni kucaklayan birinin… Ebediyen değil. Tek bir gün bile olsa, kolları arasında kendini yuvanda hissetmeni sağlayan biri…’’
İkimiz de aslında anlık aşkların peşinden giderken, ömürlük aşkları aradığımızı fark ettik 🙂
Aşklardan bahsederken de tabii ki, Sezen Aksu şarkıları dinledik 🙂
Mutfakta oturduğumuza göre, güzel de bir yemek yedik 🙂
Yemek sonrası ise elimize şarap kadehini alarak, pencere kenarına oturup, İstanbul’u seyrederek yeni hikayeler uydurmaya başladık…
Ben bu kitabı okurken galiba yazarda kendimi, kendimi de yazarda aradım, gördüm ve buldum 🙂
Neyse, şimdi benim aklıma çocukluğumdaki pencerem geldi…
Orada gördüklerimi yazmaya gidiyorum 🙂 🙂 🙂
Size de bu kitabı okumanızı tavsiye ediyorum…
0 Comments