Bu kitabı ilk kez gençliğimde, bulgarca okumuştum 🙂
Komünist sistemin can çekişlerinden nasibini alan bir genç olarak o günlerde bu kitabın beni pek etkilediğini söyleyemem…
Bildiğim, bunaldığım ve unutmak istediğim şeyleri bir daha bir daha okumak gibi gelmişti 🙁
Beni etkileyen sadece efsanelerin, bilim kurguyla harmanlanması ve olayların akıcı bir dille anlatılmasıydı.
2o yıl sonra bu kitabı okumak, Cengiz Aytmatov’u yeniden keşfetmek gibi oldu 🙂
Komünist sistemi yıkılmış, ben dahil o sistemden yaralanmış ruhlar iyileşmeye, yaşanan gerçeklerle daha sağlıklı bir yüzleşme ve belki de daha objektif eleştirebilme aşamasına gelebilmiştik…
Şimdi yeniden okuyarak bu romanın yürek parçalayan haykırışını daha iyi algılayabildim ve onu umutsuz bir çırpınış olarak değil, tutsaklığa karşı bir meydan okuma olarak değerlendirebildim 🙂
O derin, çıkarsız, hesapsız ve tertemiz aşklar, efsaneler ve masallar bir kez daha beni büyüledi…
Romanın kahramanı Yedigey ile birlikte geçmişe yolculuklar yaptım, yer yer güldüm, arada ağladım, ama bol bol düşünme fırsatı yakaldım…
Stalin’in, KGB’nin acımasız uygulamaları karşısında çaresizliğe kapılmak üzereyken, yazarın dürtüklemesiyle kendime geldim :
”Herkes gidebilir, herkes kaçabilir, ama herkes kendine hakim olamaz, herkes kendine karşı zafer kazanamaz…”
Ben bu romanın her satırını yaşayarak okudum 🙂
O uçsuz bucaksız bozkırlardaki yolculuktan memnun kaldım 🙂 Size de tavsiye derim…
0 Comments