”Biz hamurla yoğrulup, ekmekle büyüdük”
İkinci kez okuyorum bu kitabı. 1990’larda okuduğumda beni o kadar da etkilememişti yazılanlar, ama şimdi tam tersi oldu.
Sinematografik bir anlatımı var. Sanki yazar eline kamerayı almış, 1940-1950’li yıllardaki Diyarbakır’ı göstererek anlatıyor. Yoksulluğu, insan ilişkilerini, o dönemde geçerli olan görenek ve gelenekleri…
Christoper Vogler der ki, ”İyi bir öykü bağırsaklarınızı düğümler, boğazınızı sıkar, kalbinizi ve ciğerinizi sıkıştırır, gözlerinizi yaşartır ya da sizi kahkahalara boğar”.
”Gavur Mahallesi”ni okurken bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu düşündüm durdum.
Bu öykülerde canımı en çok acıtan, ”Bizim oralarda kadın dediğin…” ile başlayan cümleler 🙁
O dönemdeki gerçekler üzerinde ahkam kesmeye niyetim yok elbette. Kaldı ki, bir çok gelenek hala o şekilde devam ediyor. Ama bir kadın olarak canımı en çok acıtan cümlelerin altını çizmeden geçmek istemiyorum…
= ”Kız çocuğu yüz karası, savaş yenilgisi bir mahluk”
”Kız çocuğu doğurmak boşa harcanmış zaman, boşa çekilmiş kürek demekti”.
=”13 yaşından sonra koca koynuna girmesi gereken, en az 6-7 çocuk doğurması gereken ve bunları yapmazsa ‘kadınım’ diye ortaya çıkmaması gereken bir varlık”.
Dediğim gibi sinematografik bir anlatımı var. Okurken sanki Arapça, Ermenice, Kürtçe ve Türkçe kelimeler havada uçuştuğu sokaklarda dolaşıyormuşum hissine kapıldım. Kure Mamayı çok sevdim. Kilerlerde sıra sıra dizilmiş olan o kocaman göbekli küplerin içindeki her şeyin tadına baktım ve en çok peyniri, pestili ve cevizli sucuğu sevdim 🙂
Mıgırdiç Margosyan, Diyarbakır’ı o kadar güzel anlatmış ki, okudukça daha çok sevdim e daha iyi anladım orada yaşamış ve yaşayan insanları 🙂
Yazıma beni en çok gülümseten cümleyle noktalamak istiyorum: ”Ekmeği elimizle koparmaz, ısırırdık. Daha sonraları İstanbul’da ekmeğin ısırarak yendiğinde ayıp olduğunu duyduk, hayretler içinde kaldık. Oysa en lezzetli ekmek, ısırarak yenen ekmektir” 🙂
0 Comments