İlkokula gidiyorum- Osman Şahin


0

Beş yaşındaydım. Babam, İbrahim ağabeyimi, ilkokula yazdırmıştı. Yazdırırken, öğretmene, “İbrahim’in yanısıra Osman’ı da katıverelim. İki kardeş birlikte gitsinler gelsinler okula. Aynı alfabeden öğrensinler. Evde kalabalık yapmasınlar” demişti.

Öğretmen de, ”Osman’ın yaşı küçük, kaydını yapamayız. Ama ağabeyi ile gelip gitmelerinde bir sakınca yok” demişti.

Fistanlı, yalınayak, başımız çıplak gidip gelmeye başladık okula. Kalemimiz, silgimiz kıl iple boynumuza asılmıştı. On yapraklı samanlı defterlerimiz vardı.

Alfabedeki resimlere büyük bir ilgiyle bakardım. Dikkatimi çektiği halde anlayamadığım bir sürü şey vardı resimlerde. Kaya çocuk ile kravatlı, fötr şapkalı babasının pantolonlarının üzerinde, bıçak sırtı gibi dikine inen çizgilerin nedenini bir türlü anlayamıyordum. Bir gün bütün cesaretimle sordum öğretmenime:

” Bu çizgiler nedir?” diye.

“Ütü çizgileridir evladım”.

“Ütü nedir?”

“Şehirliler biz köylüler gibi kara şalvar giymezler, kumaştan ceket pantalon giyerler. Kumaş düzgün görünsün diye sıcak ütüyle ütülerler. Ütü odur”.

Ağabeyim İbrahim, derste anlatılanları ilgiyle dinlerdi, ama nedense pek iyi anlayamazdı. Ben ise bir ay sonra yirmi dokuz harfi, seslileri, sessizleri öğrendim. Kara tahtaya yazılanları tek tek hecelemeye başladım.

Babamla anam okuma yazma bilmezlerdi. Kağıt üstünde adlarını görseler tanımazlardı. Yunus Emre ilahilerini, Pir Sultan’ı, Köroğlu’nu, Dedem Korkut’u, Hazreti Ali’yi, Nasrettin Hoca’yı bilirlerdi. Elekrik, lüks lambası gibi şeyler yoktu köyde. Evde çira ışığı kullanılırdı. Üzerinde ders çalışabileceğimiz masaya benzer şeyler de yoktu. Masa yerinde, anamın sabahları üzerinde hamur açtığı ekmek tahtasını kullanırdık.

Alfabeyi pat küt okumaya başladım. Bir akşam, babamın önünde duran tütün paketinin üzerindeki yazıları heceleyerek okudum:” Baf-ra Tü-tü-nü”.

“Ne diyorsun sen lan?” diye çıkıştı babam.

”Baba bu paketin üzerinde öyle yazıyor” dedim.

”Öyle mi yazıyor? Demek okumanı söktün sen” diyerek bir gazete parçası tutuşturdu elime.

”Oku bakalım!”

Gürül gürül yanan çıra ışığında parmağımı satırların üzerinde gezdire gezdire hecelemeye başladım. Birkaç gün sonra babam, köy kahvesine götürdü beni. Elime gazeteyi tutuşturarak: ”Yüksek sesle oku da emmilerin duysunlar!” dedi. Bağıra çağıra okumaya başladım. Böylece kahve okumalarım gelişti. Bu durum öğretmenimin de gözünden kaçmamış olacak ki, yıl ortasında kaydımı yaptırdı.

O günden sonra nerede atılmış bir kağıt parçası görsem, üşenmeden eğilir yerden alır, üstündeki yazıları okurdum. Sonra da kutsal bir şeymiş gibi kağıt parçasını yere atmaz, oyuklara saklardım.



Like it? Share with your friends!

0
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir