”İnsanların yüreklerindeki duvarlarda yeni bir pencere açıp, ortaya taze hava doldurmak isterim”
Murakami’nin bir sürü kitabını okudum. Önce tarzını değişik ve ilginç buldum. Peşinden sürükleyen bir dili var diye her aldığım kitabını, bitirmeden bırakmadım. Sonra da onun yazdıklarını neden ilginç bulduğumu düşünmeye başladım. Düşündükçe de onunla ilgili önyargılarımı yıktım ve daha iyi anladım.
Bu kitabı okurken ise onu sevmeye başladım. Hem insan olarak, hem de yazar olarak.
Neden bu kitap? Çok içten, samimi ve mütevazi bir şekilde kendini anlattığı için. Yazarlık konusunda ahkam kesmeden, baş öğretmen edasıyla parmak sallamadan, ben böyle yazıyorum çünkü en doğrusu budur, edebiyat budur nidaları atmadan, ”Benim tarzım bu. Böyle yazmak istiyorum, çünkü böyle yazarak eyleniyorum ve kendimi şaşırtıyorum” diyor.
Toplum karşısına pek çıkmayan, normal hayatında sıradan insan olmak isteyen, medyayla arası iyi olmayan, imza günleri düzenlemeyen bir yazar. Kendini sergilemek ve kendini anlatmak yerine, sessiz sedasız yazmayı tercih eden bir yazar.
Çünkü ona göre, ”Yaşam kısa, sahip olduğumuz zaman ve enerji de sınırlıdır. Asıl işim dışındaki şeylerin zamanımı çalmasını istemem”.
O her gün tıpkı ”tuğla ustasının tuğlaları üst üste dizmesi gibi büyük bir sabır ve özenle” çalışmayı, koşmayı, kitap okumayı, yani kendi istediği ve mutlu olduğu şekilde yaşamayı tercih ediyor.
Aslında Haruki Murakami bu kitabında kendisiyle ilgili merak edilen bütün sorulara cevap vermiş. Hem de son derece dürüst bir şekilde.
Mesela: ”Ben hakikaten de sadece aklını kullanan, düşünmekte iyi olan bir insan değilim. Mantıklı tartışmaya, somut düşünceye pek yatkın biri değilim. Bir şeyleri sıraya kuymam için yazmam gerekir. Fiziksel olarak elimi hareket ettirip metnimi kaleme alırım. Onu tekrar tekrar okur, detaylı şekilde yeniden yazarım. Böylece elimdekileri normal bir şekle sokar, anlayabilir hale gelirim”.
Benim onunla ilgili en çok hoşuma giden özellik, müzik yapar gibi yazıyor olması. Onun kitaplarını bir nefeste okumamın sebebi de budur zaten 🙂 Çünkü ben de her şeyin bir ritmi olduğuna inanırım ve hayattaki her şeyi o ritimden yakalamaya, algılamaya, yaşamaya ve yansıtmaya çalışırım 🙂
”Romanlarımı kaleme alırken, cümle yazmaktan ziyade müzik yapmaya yakın bir his oluşuyor bende. Akılla düşünüp yazmak yerine sezgisel olarak yazmak oluyor bu dediğim. Ritmi yakalamak, harika bir akor bulup, doğaçlama müzik yapmanın gücüne inanmak”.
Roman yazarken nasıl keyif aldığını ise şu şekilde anlatıyor, ”En çok keyif aldığım şeylerden biri, istediğim kişi olabilmektir. Bir zaman geliyor lezbiyenliğe eylimi olan yirmi yaşında bir kadın oluyorum. Bir zaman geliyor otuz yaşında işsiz bir ev erkeği. O zaman bana verilen ayakkabıyı giyiyor, o ayakkabının numarasına göre hareket ediyorum. Ayak numarama göre ayakkabı ayarlamak yerine, ayakkabı numarasına göre ayağımı ayarlıyorum”.
Bu kitabı okumadıysanız okuyun derim. Eminim ki siz de benim gibi bu kitaptan sonra ou daha çok seveceksiniz 🙂
0 Comments