Umut satıcıları


2

Pek sevimli bir başlık olmadı, ama yazımın sonunda siz de doğru bir başlık olduğunu kabul edeceksiniz 🙂

Konu Kişisel Gelişim…

Ben elime geçen her şeyi okumaya çalışan bir insanım. İyisini de kötüsünü de okuyup, kendi süzgeçimden geçiririm ve çok saçma dediğim bazı kitaplardan bile kendime ders çıkaracak ve öğrenecek bir şey bulurum.

Ama şu anda okumaya çalıştığım kitap beni resmen çileden çıkarıp, ”Yahu arkadaş bu kadar kolay mı insanlarla dalga geçmek ve kandırmak” dedirtti.

Hepimizin binlerce kez okuduğu küçük küçük ve güzel güzel hikayeler, süslenip paketlenmiş ve hepimizin her gün kurduğu cümlelerle de o hikayeler arası doldurulmuş. Bu da yetmemiş, şimdi sana şu sayfayı boş bırakıyorum, şunu yaz bakalım demiş.

Yayınevinin ve yazarın ismini vermek istemiyorum, ama kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım verdikleri emeğe saygı duyamıyorum. Çünkü ortada bir emek göremiyorum. Bu yazarın kitaplarını okuyan ve konferanslarına gidenler bana kızmasın, ama ben böyle düşünüyorum 🙁

Biliyorum, ”Umut satan herkes alıcı bulur”, ama yine de sıcak ekmek peynir gibi pazarlanan kişisel gelişim kitaplarından bir okur olarak, daha farklı, daha mantıklı ve yeni bir şeyler beklememiz gerektiğini düşünüyorum.

Geçen haftaki Hürriyet Pazar ekinde, Ayşe Arman’ın Zülfü Livaneli ile yaptığı röportajda şu cümle dikkatimi çekmiş ve ne kadar da doğru bir tespit demiştim: ”Neden bütün bir toplum çıldırmış gibi kişisel gelişim kitapları okuyor? Çağımızın yeni dini üzerinde düşünmek, bizi çok derin meselelere götürecektir. Toplumun bir Dostoyevski romanından değil de kişisel gelişim kitabından etkilenmesi bence epeyce travmatik bir durum…”

Bu gerçekten oturup, uzun uzun düşünmemiz gereken bir konu.

Ben sosyal medyada, özellikle de Instagram’da bazen çok trajikomik şeylere şahit oluyorum…

Yarı çıplak bedeniyle, lüks bir otelin terasında veya dünyanın en güzel denizlerin sahillerinde çekilen bir fotoğrafın altında, bazı hayati sorunların çözümü için önerilen dualar, ritüeller, olumlama örnekleri yazan kadınlar.

Muhteşem bir manzara, yarı çıplak bir beden ve dua. Bu insanlar çıldırmış olmalı diye düşünmeden edemiyorum 🙁

Ya da beş- altı yaşında bir çocuk gibi şımarık şımarık konuşmalarla ve garip garip hareketlerle, cidi ciddi mucizeler vaat edenler…

Diyeceksiniz ki, kardeşim beğenmiyorsan okuma, bakma, görme. Her satıcının bir alıcısı vardır. Sana ne.

Belki de haklısınız, ama bu durum beni düşündürüyor ve korkutuyor.

Hepimiz zaman zaman kişisel gelişim kitaplarına sarılma ihtiyacı hissediyoruz. ”Ben kişisel gelişim kitapları sevmem ve okumam” diyenler bile.

Mesela ben. Hayatımın en zor döneminde, 2006 yılında şu kitaba sarıldım: ”Atlıkarıncada bir tur daha”. İtalyan gazeteci Tiziano Terzani‘nin yazdığı bu kitap iki yıl boyunca hem benim, hem de annemin tedavisi sırasında en iyi arkadaşımız oldu.

Benim ilk kişisel kitabım dediğim bu kitabı hararetle herkese tavsiye ediyorum 🙂

2008 yılında ise Louise Hay’ın ”Düşünce gücüyle tedavi” kitabıyla, annemin ölümünden sonra girdiğim depresyondan kurtuldum. İlaç kullanmadan, kendi kendimi iyileştirdim.

Gerçeklerle yüzleşmeye, düşünmeye ve araştırmaya davet eden bu iki kitap, benim için birer hazinedir adeta. Çünkü onlar bana umut satmadılar. Kendi umudunu kendin bul, ya da yarat dediler. Bana mucizeler vaat etmediler.

”Sen mucizelere inanmıyor usun?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim 🙂

Pek inandığımı söyleyemem. Çünkü bugüne kadar hiç çaba sarf etmeden, oturduğum yerde başıma bir talih kuşu konmadı 🙂

Yazımı, ”Atlıkancada bir tur daha” kitaptaki, fizikçi Niels Bohr‘la ilgili bir hikayeyi paylaşarak, noktalamak istiyorum…

”Ünlü fizikçi kapısına bir at nalı asmış. Onu ziyaret eden meslektaşı, ‘Bu nala inandığını söylemeyeceksin her halde?’ demiş.

Elbette inanmıyorum. Ama söylediklerine göre inanmayanlara da uğur getiriyormuş” 🙂


Like it? Share with your friends!

2
Meliha Doğu

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir